Bazı kitaplar vardır ki yıllarca anlamaya ve anlatmaya çalıştığınız olayları bir kaç paragrafta önsöz yapar. Ve bazı cümleler var ki bütün siyasi, iktisadi ve sosyolojik olguları bir iki kelime ile zihninizin beyaz perdesine yansıtıverir. Kemal H. Karpat'ın bir "Fikir İsyanı"nın ürünü olarak tanımladığı, "Türk Demokrasi Tarihi" çalışması da bunlardan biri.
Kitabın önsözünde Türkiye'nin demokratik bir ülke olma sürecinde dün olduğu, bugün yanı başımızda gördüğümüz ve gelecekte karşımıza çıkacak olan zihniyete ve bu zihniyete çanak tutan “aydın” tespitini sizlerle paylaşmak istedim.
Yazarın isyanı "Bazı Batılı bilim adamı ve yazarların Türkiye'yi ve Türk sorunlarını gereğiyle değerlendirmeden öznel fikir yürütmelerine karşı” bir ‘fikir isyanı’dır. Çünkü "Bunların birçoğu Türkiye'yi tarihi rolünü oynamış, modernleşmenin yarı yolunda takatini tüketmiş, varlığını büyük devletlerin yanına sığınmakla koruyabilen bir ülke olarak görmektedir." Sömürgeci ve dikeyine büyüyen batı aklı, ya böyle olması gerektiğine alışmış, alıştırılmış ya da bu hayal ile yaşamışlar.
"Halbuki biz, Türkiye'nin sonsuz kuvvet kaynaklarına sahip olduğuna bütün varlığımızla inanmaktayız. Bu kaynaklar arasında milli duygulara sahip, disiplinli, sağlam inançlı ve hareket arzusu dipdiri bir halk kitlesine sahip olmak başta gelir. Türkiye'yi tükenmiş tarihi ülkeler arasında görenler şüphesiz yanılmaktadır. Bugün ana sorun, toplumu örgütlemek, ona yeni bir hayatiyet vermek ve onu yapıcı amaçlara yönlendirmektir".
Ne zaman şaha kalkmış, bir Türkiye ile karşılaşsalar hemen bütün siyasi, askeri, iktisadi "aydın" piyonlarını ileri sürüp, tükenmiş, sinmiş ve sığınmış Türkiye hayalini gerçekleştirmek için çabalamaktadırlar. Bu çabanın en alçak versiyonuna, zaten 15 Temmuz gecesi, milletçe şahit olduk.
Yazar, "Fikir isyanımız, diğer bakımdan Türk fikir hayatını etkileyen, kendi kendilerine "aydın" demekten çekinmeyen üç grup okumuşa karşıdır" diyerek bu "okumuş" kesimin karakteristik özelliklerini açıklar.
Birinci grup aydın için; "Bazen "Batıcı", bazen "modern", bazen "ilerici" gibi kalıplara durmadan girip çıkan; fakat aslında toplumdan ayrı düşmenin verdiği ıstırabı gidermek ve varlığını kabul ettirmek için bir gerekçe arayan gruptur. Bunlar, edindikleri bilgiyi -sanki insanüstü kaynaklardan geliyormuş gibi- kendilerini halktan üstün ilan etmek ve halka emir vermek için bir araç olarak kullanmaktan çekinmezler. Çok defa bu kişiler, Türk toplumunun sorunlarını yabancıların gözüyle görüp onların Türk toplumu hakkında besledikleri yanlış görüşleri ve olumsuz duyguları çabucacık kabullenerek bunları çeşitli parlak isimler altında kendi fikir ürünleriymiş gibi yayınlarlar. Bunlar, yarı sömürge kültürünün en canlı örnekleridir."
İkinci grup "aydın" “çağımızın yarattığı sonsuz sosyal, ekonomik, kültürel ihtiyaçları inkar ederek tarihin romantik hayalleri içinde yaşamaktadır, insanın ve toplumun asla değişmeyeceğine inanan bu kimseler arasında mukeddesatçılar ile ırkçılar yer alır. Bunlara karşıt gözüken katı düşünceli ve herhangi bir inançtan mahrum oportünist maddiyatçıları da yine bu grupta saymak yerinde olur.”
Üçüncü grup "aydın", “Türkiye'nin bütün sorunlarının belirli bir ideolojinin tümüyle kabul edilmesiyle toptan çözülebileceğini savunmaktır. Kendi dar görüşleriyle bağdaşmayan her düşünceyi insan ve toplumdan ayırarak akıl kurallarının kuru mantığına göre cevaplandırmaya, daha doğrusu değersiz görüp reddetmeye hazırdırlar. Önlerine çıkan yeni bir sorun hakkında o sorunun doğuş nedenlerini ve ortamını görmezden gelerek fikir yürütürler."
Yazar sözde aydınları böyle gruplandırdıktan sonra "Türk toplumunun özbenliğini inkar edenler ve modernleşmeyi yalnızca maddi ölçütlere bağlamak isteyenler ekonomik ve sosyal kuvvetlerin etkisini kabul etmeyenler kadar hatalıdırlar. Bir toplumun benliğini tayin eden kuvvetler dil, tarih, kültür -ki buraya din de girer- ve ortak değer yargıları olduğu kadar ekonomik ve sosyal yapıdır da." Diyerek sosyal ve siyasal sorunlara çözüm üretmek isteyenlerin bu olguları da dikkate alıp değerli bulması gerektiğini açıklar.
Türkiye'nin dünyaya örnek olabilecek "Demokrasi" kültürünün kendi özbenliğinde zaten var olduğunu açıklamaya çalışan kitabın, 1959'da yayınlandığı düşünülecek olursa, o günden bu güne yaşanılan olaylar daha berrak anlaşılacaktır. ,
Her toplum, özgüvenini kazanmış bir gençliğe, bunu doğru okuyabilen ve okutabilen. mütefekkir okumuşlara, tabiki bu özgüveni yerli yerince, hedefe koşturabilecek vizyon sahibi, cesur siyasi liderlere muhtaçtır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de bunu kendine dava edinmiş bir lideri anlamak ve birlikte onunla koşabilmek ve hayallerini paylaşmak "demokrasi kültürünün Türkiye'ye daha çabuk yerleşmesini ve olgunlaşmasına imkan verecektir.
Siyasi düşüncemiz, makam ve mevkimiz ne olursa olsun, milli kimliğimizle bir arada durmamız, birlikte yürümemiz ve "Türkiyemiz, Cumhuriyetimiz ve Demokrasimiz" için, bunu engelleme çabasına girenlere karşı çaba göstermemiz elzemdir. Aksi hali sinsi, bencil, küçük hesapların peşinde koşan, batıya ya da doğuya sığıntı, mankurt nefeslerin ardından sürünmektir.
"Dünya 5'ten büyüktür" feryadı ile yüzyılların sömürgeci düzenine karşı sadece fikren değil, fiilen de isyanını ifade eden, dünyaya örnek olan liderlerle demokrasiye yürümek onlarla bir arada durmak, Türk ve Dünya Demokrasisi için hayati bir davranış olsa gerek.
Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar Nadir Yıldırım