Alperen Oğuz Maraşlı yazmış. buyrun okuyun
Alparslan Türkeş'in vefatının ardından parti genel başkanlığına hiç umulmadık bir şekilde birtakım "ALENGİRLİ" yöntemlerle geçen Bahçeli, o gün bugündür yerinden kıpırdamıyor.
Hiç umulmadık bir şekilde dedim çünkü Ramiz Ongun, Muharrem Şemsek, Sami Bal, Ali Güngör, Efendi Barutçu, Mustafa Verkaya, Abdullah Kederoğlu, Türkmen Onur, Musa Serdar Çelebi gibi efsane olmuş ülkücülerin arasında Bahçeli gibi suya sabuna hiç dokunmamış, davanın çilesini çekmemiş, mücadelenin ön safında hiç bulunmamış birisinin genel başkan olacağı kimsenin aklının ucundan geçmezdi. Zira Bahçeli öylesine silik bir şahsiyetti ki, Efendi Barutçu'nun anlattığına göre, partide genel sekreterlik yaptığı yıllar boyunca "Türkeş çağırmadan bir kere bile odasına gitmedim" demiş. Yani ne söyleyecek bir sözü ne de önerecek bir fikri olan, lider değil memur tabiatlı bir kimse...
Türkiye'nin en gözü kara, en mücadeleci ve tarihine, dinine, örfüne en bağlı yiğit Anadolu çocuklarının oluşturduğu bir camiada, o dava adamlarının, çağın akıncılarının içerisinde, getir götür işi yapan birisiydi Bahçeli. O günlerde kongre yaklaşırken İstanbul'un en saygı duyulan ülkücülerinin toplandığı bir yerde kimin destekleneceği tartışılırken, parti içerisindeki önemli isimlerden bazıları şöyle demişti: "Sakın yanlış ata oynamayın, Genel Kurmay Bahçeli'yi istiyor ve onu genel başkan yapacaklar."
O gün için pek inandırıcı gelmese de sonuç onun dediği gibi oldu. Bahçeli başa geçtikten sonra sistematik bir şekilde ülkücü camiada saygı gören, geçmişteki mücadelesiyle harekette öne çıkmış ülkücüleri birer birer partiden uzaklaştırdı."KANIMIZ AKSA DA ZAFER İSLAMIN" diyerek ülküsünü sloganlaştıran bu hareketi ve bu sloganın altını dolduran fikir adamlarını unutulmaya mahkûm etti. Geçenlerde verdiği bir röportajda parti binasındaki mescide bir kere bile gitmediğini övünerek anlatıyordu.
Ama rahmetli Başbuğ, vaktin girdiği her yerde hiç gocunmadan abdestini alır, namazını kılardı.
ÜLKÜCÜLERİ ADIM ADIM SAF DIŞI BIRAKTI
Bahçeli, 99 seçimlerinde "ürkeklere değil erkeklere oy verin" diyerek milliyetçi ve muhafazakâr kesimi çok rencide eden başörtüsü meselesini kendilerinin çözeceği sözünü verdi. Milliyetçi muhafazakâr seçmen, hep sempati duydukları ülkücülerin yiğitliklerine, verdikleri sözü tutan harbi karakterlerine güvenerek ikna oldu ve tarihinde gördüğü en yüksek oyu aldı MHP.
Ne yazık ki Bahçeli ve avanesi başörtü sorunu için kılını kıpırdatmadığı gibi, başörtüsüyle seçilip meclise gelen Antalya Milletvekili Nesrin bacının başörtüsünü sıyırıp meclise öyle soktu. Yani Sütçü İmam'ın kovaladığı Fransız askerlerinin yaptığını yaptı.
Üstüne üstlük TBMM'de başörtülü bir vekili linç ettirmeye kalkan Ecevit'le, ülkücülere yaptığı çirkin hakaretlerin hepsini sineye çekerek koalisyon kurdu. İslam'ı gericilik ve yobazlık diye tarif eden, tarihimizi sadece 1920'den başlatan bu "JÖNTÜRK KAFALI" Ecevit'in önünde bütün düğmelerini ilikleyip saygı duruşunda bulundu hep. Bunu da devlet adabı adına yaptığını söyledi.
Oysa şimdi halkın oylarıyla seçtiği Cumhurbaşkanına en çirkin ifadelerle saldırıp, saygısızlığın sınırlarını zorlayarak edep dışına çıkıyor, üstelik bu Cumhurbaşkanı ülkücülere hakaret etmediği gibi onların hakkını teslim edip ülkücü şehit Mustafa Pehlivanoğlu'nun mektubunu mecliste okuyarak o şehitlerin dava anlayışını dünya âleme duyuruyordu.
Fakat kendisi bir tek gün meclis gündemine ülkücülerin uğradığı haksızlığı getirmemiş, aksine Rahşan affında aynı suçtan devrimcilerin ayrı ülkücülerin ayrı ceza görmesine rıza göstermişti. Bu çifte standarda karşı çıkan Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçı ve mücadelenin içinden gelen ülkücü birkaç milletvekilini de ilk fırsatta partiden uzaklaştırmanın bir yolunu bulmuştu.
Koalisyon ortağı olurken bile ülkücüler Ecevitlerin hakaretlerine maruz kaldılar ve buna cevap verme gereği duyan efsane ülkücü mersin milletvekili, yiğit Yörük beyi Ali Güngör'ü Ecevit'in hakaretlerine cevap verdiği için partiden ihraç etti. Cumhurbaşkanlığına aday olan ülkücülerin ilklerinden Sadi Somuncuoğlu gibi bir başka efsane ülkücüyü de mecliste dövdürerek tıynetini göstermiş oldu. Koalisyon kurulup Başbakan yardımcılığı koltuğuna oturur oturmaz imzaladığı ilk resmi belge, kendisine bağlı kurumların yazlık kamplarına başörtüsüyle girmeyi yasaklayan genelgeydi.
Bölücübaşı APO'yu asma imkânı ellerindeyken Ecevit'in hatırı için bu imkânı kullanmadı ve sonra halkın üzerine "İP" atarak kendisini madara etti. Bugün de HDP'siz bir seçim hükümeti oluşturma imkânı elindeyken bunu yapmadı ve PKK'nın siyasi kanadının anayasa gereği hükümet içinde yer almasına izin verdi. Üstelik seçim arifesinde "HDP'nin barajı aşması bizi rahatsız etmez hatta memnun oluruz" diye açıklama yaptırdı yardımcılarına. Böylelikle bir kez daha hayat öpücüğü verdi PKK'ya Bahçeli.
BAŞBUĞ'A İŞKENCE YAPANLARA HAYRAN!
Şimdilerde ise karargâhını okyanus ötesinde kurup CIA'in kucağından paralel örgütü yöneten sahte mehdinin haşhaşilerine teslim etti partiyi. Son seçimde paralel örgüt karşıtı hiçbir ülkücü aday yapılmadı. En sonunda Türkeş'in oğlunu "HAİN"likle suçlayacak kadar CHP'lileştiler. Nasıl bir imtihandır ki, Başbuğ'a tabutluklarda işkence ettiren Milli Şef hayranı ve Ecevit hayranı bir genel başkanları var ülkücülerin. Ailesinin CHP'li olduğu ve o havayı teneffüs ederek büyüdüğü, dine karşı soğuk ve mesafeli duruşundan belli oluyordu zaten. Öyle zannediyorum ki Türkiye üzerindeki vesayetlerini sürdürmek isteyen ve bugünlerde üst akıl diye tabir ettiğimiz dış odaklar, bağımsız yerli ve milli bir karaktere sahip ülkücülerin başına böyle birisini getirerek onları kendileri hesabına tehdit olmaktan çıkarmak istediler.
Bir iktidarın yerli ve milli olduğunu gösteren en açık gösterge bağımsızlığın olmazsa olmaz şartı olan milli silah sanayiini kurma çabasıdır. Başbuğ her fırsatta buna vurgu yapmış, hep yerli savunma sanayiinin kurulması için çaba göstermiş, bu konuda adım atmak isteyenleri cesaretlendirip destek olmuştur. Fakat Bahçeli koalisyon ortağı olduğunda Sanayi Bakanlığını uhdesine almış ama milli savunma sanayii için en ufak bir çalışma yapmamıştır.
Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz, demir yollarını geliştirmek üzere yaptığı çalışmalar duyulunca apar topar görevden alınmıştır.
Milliyetçi olduğunu iddia edenlerin milli olan her şeye karşı çıkması bir tesadüf olmasa gerek. Bir önceki mecliste vesayet rejiminin halk iradesi üzerindeki prangalarını kıracak her adımı MHP'nin, HDP ile omuz omuza verip engellemeye çalıştığına hepimiz şahit olduk. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç; rahmetli Türkeş'ten sonra MHP'nin küresel sömürgeci güçlerle dirsek teması halinde olduğu, yer yer bu yapılarla aynı hedefe odaklandığı ve milli bir Türkiye, kendi kararlarını alabilen bir Türkiye istemediğidir.
Türk-İslam davasının sancağını yüceltmek isteyen, büyük Selçuklu'nun, cihan devleti Osmanlı'nın devamı bir millet olmanın özgüvenini aşılamaya çalışan eski ülkücü aklın aksine, üst aklın emrine amade, Milli İstihbarat Teşkilatımıza İsrailli devlet adamlarının hedef göstermesiyle operasyon çeken paralel casusluk şebekesine arka çıkan ve milli kurumlarımıza yapılan saldırılar karşısında pozisyon almayan bir MHP'ye dönüştürdü Bahçeli partiyi. Format değiştirmiş haçlı saldırıları karşısında milli bir duruş göstermeyen bu adam, Türkiye'ye saldıran ABD, İngiliz, İsrail medyasının ağzıyla konuşuyor.
Allah'ım hangi günahımız yüzünden bizim başımıza bu adamı verdin de bizi cezalandırıyorsun bilmiyorum ama her ne ise o günahımız ben tövbe ediyorum, 78 kuşağı bütün ülkücü arkadaşlarımı da tövbe etmeye davet ediyorum.
Belki Allah bize acır da bu heriften bizi kurtarır.
Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Şevki Karabekiroğlu