Boynunu bıçağın altına uzatan koçları bilir misin sayın okuyucu? Verecek bir canı olan o yiğitleri yakından tanır mısın? Kanlarını taşıdığını hiç düşünür müsün? Bil, tanı ve düşün ey sayın okuyucu… Belki de damarlarında akan kan, vatan için kurban olan kanlarla aynı kanlardır.
Evet, kendimize yönelmemiz, ahvalimizi muhasebe etmemiz ve hayatımıza yeniden bir yön vermemiz gereken o büyük manevi kurtuluş günlerinden biri daha olan Kurban Bayramı kapımızı çalıyor. Esenliğin gelişini büyük bir coşku ile karşılasak da bu huzurlu geçmesini temenni ettiğimiz günleri kimlere borçlu olduğumuzu da hatırlıyor, göğsümüzü genişleten gururu hissediyor ve okunan Fatihaları mazinin aslanlarına, Kınalı Hasanlara hediye ediyoruz.
Bu büyük yiğitlerimizi, kalemimizin döndüğünce, minnetle yad etmeden önce yüce Peygamberlerimizden İsmail (A.S.)’ın kıssasını bu yazımıza kaydetmek istiyoruz.
İbrahim (A.S.)’ın seksen altı yaşında bir oğlu oldu. Yüce Allah, Hz. İbrahim’e karısı Hz. Hacer’i ve oğlu İsmail (A.S.)’ı Belde-i Haram’a götürmesini vahy etti. Hz. İbrahim (A.S.) oğlunu ve karısını Belde-i Haram’a taşıdıktan sonra Şam’a döndü.
Her sabah Şam’dan Burak’a biner ve öğle vaktine doğru Mekke’ye ulaşırdı. Mekke’de ailesini gördükten sonra tekrar atına biner ve akşam vakti Şam’a geri dönerdi. Aradan yedi yıl geçmiş ve bir gece rüyasında oğlu İsmail (A.S.)’ı kurban ettiğini görmüştü. Bu rüyanın ilahi bir emir olduğunu idrak edip, hemen oğlunun yanına vardı. Karısı Hz. Hacer’e hiçbir şey belli etmeden oğlunu alıp Şı’b vadisine doğru yola koyuldu. Yolda karşısına şeytan dikildi ve kendisinin bir rüya vesilesiyle bu işe kalkışmasının doğru olmadığını söyleyerek Hz. İbrahim (A.S.)’ı yolundan çevirmeye kalkıştı. Hz. İbrahim (A.S.) şeytanı kovunca bu sefer şeytan Hz. İsmail (A.S.)’a yaklaştı. Hz. İsmail (A.S.)’ın büyük bir tevekkül ile babasına itaat ettiğini ve Hz. İsmail (A.S.)’ın ağzından ilk önce Allah’a itaat etmek gerektiğini duyunca ümidini kesti ve bu seferde Hz. Hacer’in yanına yaklaştı. Hz. Hacer’den de istediği cevabı alamayan şeytan böylelikle, kızgınlıkla ve kahrederek uzaklaştı.
Hz. İbrahim (A.S.), oğlu Hz. İsmail (A.S.) ile yalnız başına kalınca gördüğü rüyayı ve bunun Yüce Allah’ın bir emri olduğunu anlattı. Hz. İsmail (A.S.) büyük bir tevekkülle babasını teskin etti ve Allah ne buyuruyorsa onu yapmasını rica etti. Bu yardımından ötürü Hz. İbrahim (A.S.) gayet memnun oldu ve Hz. İsmail (A.S.)’ı yüzükoyun yatırıp, bıçağı boğazına dayadı. Bıçağın kesmediğini görünce tekrar tekrar biledi. Hiçbir çabası Hz. İsmail (A.S.)’ın boğazını kesmeye kifayet etmiyordu. Bununda Allah’tan geldiğini düşünerek bekledi ve Allah’ın emrini şeksiz şüphesiz uygulamanın sonucunda oğlunun kendisine bahşedildiğine ve oğlu yerine Cebrail (A.S) ile birlikte gelen bir koçun fidye olarak kabul edip, kurban etmesi gerektiğine dair bir nida işitti. Bu büyük lütuf karşısında şükredip, koçu kurban etti. Bu meşhur kıssanın bize hatırlattıkları vardır ve en başta hatırlatması gerekenlerden biri de Kınalı Hasan’dır.
Çanakkale Savaşı yıllarında seferberlik çoktan ilan edilmiştir. Anadolu başta olmak üzere tüm İslam Aleminin arslanları, Anadolu’nun koçları cepheye çoktan akın etmişti. Bunlardan birisi de Yozgatlı Hasan’dı.
64. Piyade Alayı, 1. Tabur, 2. Bölük Komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey, askerlerin arasında geziyor, onlarla dertleşiyor, genç yaşına rağmen bir baba gibi onlara adeta şefkat gösteriyordu. Cepheye gelen askerlerin çoğunun ellerine kına yakılmıştı. Bu manzarayı derin bir teessürle yüreğinde hissediyor ve artık cepheye gelen askerlerin kınasız olmayacağını biliyordu. 2. Bölüğe yeni askerler dahil edilmişti. Onların teftişi için çadırından çıkıp, teftişe başladı. Yine aynı manzara ile karşı karşıyaydı. Eller kınalı, başlar dikti. Teftiş sırasında Yozgatlı Hasan adında bir genç dikkatini çekmişti. Bıyıkları henüz terlememiş bu gencin elleri değil, saçları kınalıydı. Sebebini sordu. Anası böyle yapmış, o da sebebini hiç sormamıştı. Bölüğün yazıcısını çağırdı ve Hasan’a bir mektup yazdırmasını söyledi. Kınalı saçların manasını öğrenmek istiyordu. Hasan söyledi, yazıcı kağıda kaydetti.
Aradan iki ay, belki biraz daha fazla bir vakit geçmiş, cephenin durumu iyice kritik bir vaziyet almıştı. Yağmur niyetine gökten yağan kurşunların hesabı tutulmadığı gibi göğe doğru kanatlanan şehitlerinde haddi hesabı yoktu. Bu çetin vaziyet içerisinde Yüzbaşı Sırrı Bey elinde gelen gayreti gösteriyor, askerin moral seviyesini yüksek tutmak için gereken neyse onu yerine getiriyordu. Yine böyle bir günde, askerlerin memleketlerinden mektupları gelmişti. Yüzbaşı Sırrı Bey, Kınalı Hasan’a gelen mektubu aldı ve okumaya başladı.
“Yavrum, Hasanım, Kınalı Kuzum,
Mektubun geldi, sanki dünyalar benim oldu. Köy kâtibi okudu, ben ağladım. Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babanın yarısıdır. Sakın ola yavrum, kumandanının emrinden çıkma, önünden aykırı geçme. Ateşe bas, dese basasın yavrum. Kars’tan, Siirt’ten, Adana’dan, Uşak’tan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi geçinirmişsiniz. Elbette öylesi yakışır yavrum. Onlar senin dünya ahret hakiki kardeşlerindir. Sakın onları incitme yavrum. Sütümü sana helal etmem. Kumandanın saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilmeyecek ne varmış ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler. Ben de dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni vatan, millet ve Allah yolunda kurban olarak seçtim. O yüzden başını kınaladım.
Anan Hatçe”
Yüzbaşı Sırrı Bey, elindeki mektubu kırılacak ince bir cam gibi nazikçe tuttu ve kristalden parlak gördüğü kağıdın üzerine gözyaşlarını birer birer dökmeye başladı. Hemen Kınalı Hasan’ı çağırttı. Ona bu mektubu kendisi okuyacak ve saça sürülen kınanın sebeb-i hikmetini anasının dilinden aktaracaktı. Ama ne yazık ki işler umulduğu gibi gitmedi.
Posta eri geri döndüğünde tedirgin bir hava aksettiriyordu. Yoksa kötü bir şey mi olmuştu? Sonunda Yüzbaşı Sırrı Bey’e birden söyleyiverdi:
“Kumandanım, Hasan bir hafta önce Arıburnu’ndaki şiddetli muharebede Hakk’a yürümüş.”
Yüzbaşı Sırrı Bey artık kan ağlasa yeriydi. Anadolu’nun Koçu Hz. İsmail (A.S.) gibi boynunu bıçağın altına tevekkülle uzatmıştı. Niçin, neden, ne sebeple diye sormadan sadece tevekkülle…
İşte ey sayın okuyucu! Bil, tanı ve düşün! Düşün ki, bu Kurban Bayramında akan kan, Hz. İsmail (A.S.)’dan bu yana akan aynı kandır! Damarlarında taşıdığın kanın fidyesi, verdiğin kurbandır!
Bu vesileyle başta tüm İslâm Alemi, daha sonra tüm Türk Dünyasının Kurban Bayramlarını kutlar, şehitlerimize Hak Teâlâ’dan rahmet dilerim. Son zamanlarda ülkemize karşı kurgulanan oyunların bizi yıldırmayacağını bildirdikten sonra, bu Kurban Bayramının gönül coğrafyamızın dört bucağında birliğimizi ve dirliğimizi kuvvetlendirmesini Yüce Allah’tan niyaz ederim. Haftaya görüşmek temennisiyle…