Sultan Hazretleri iktidarı devraldığında devletin hazinesi boştu, üstelik hainlerin aldığı borçlar ve Abdülaziz Han döneminde sarayın yağmalanması dolayısıyla da borç içinde yüzüyordu. Sultan Hamid hazretleri ise zafer kazanıp ganimetler toplayan şerefli ataları olan padişahlar gibi ganimetler toplamaya, devletin hazinesini yeniden kurmaya ve borçları da ödemeye başladı. Bu manada hünkarımıza diğer devletlerden gelen hediyelerin tamamı hazineye gelir olarak kaydediliyordu. Yıldız Sarayı'nda ki devlet hazinesinde binlerce mücevher, altın, gümüş, pırlanta, yakut, zümrüd, necef ve daha binbir çeşit gözleri kamaştıran hazine toplanmıştı. Sultan bunlar ile hem borç ödüyor hemde halka hizmet için çılgın projelerini inşa ettiriyordu. Lakin 27 Nisan 1909 işgalinden sonra bu göz kamaştıran servetin arta kalanı ki bu da hatırı sayılır miktardaydı İttihatçılar tarafından acımasızca yağmalanmıştır. Albay Hüsameddin Ertürk Beyefendi bu yağmanın şahididir. Sultan tahttan indirildiğinde Albay Hüsameddin Ertürk vatan ve millet için harcanması gereken hazineyi sarayda demir kasalara saklattığını hatıralarında anlatmıştır ve yine hatıralarında demiştir ki "İttihatçılar hazineyi millet için harcamadılar, Meclis-i Mebusan'ı da bilgilendirmemişlerdir. Bu muazzam servetin üzerine bir perde-i nisyan örttüler." Hakikatte yağma edilen yalnız mücevherat değildi, sarayın kadife ipek perdeleri, avizeleri, Hereke halıları, oyma işlemeli kapıları, altın ve gümüş vazoları, şamdanları dahi hareket ordusu mensubu olan Bulgar, Rum, Yahudi, Makedon çeteler ile İttihatçı subaylar tarafından yağmalanmıştır. Üstelik bunları yağmalayanlar Alatini Köşkü'nde zorla ikamete tabi tutulan hünkarımıza soğuk kış gecelerinde üstünü örtecek yorganı dahi çok görmüşlerdir. Hünkar ise üşümemek için soğuk kış gecelerinde köşkün perdelerinden birini üstüne örtmüş ve ısınmaya çalışmıştır.
Mahmut Şevket Paşa, Mirliva Ali Paşa, Hasan İzzet Bey, Meclisi Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey, eski Bursa Valisi İsmail Hakkı Bey, fedailerden Yakup Cemil, Hüseyin Cahid Bey, Maliye Nazırı Cavid Bey yağmacılardan sadece bazılarıdır.
Gasp edilen hazinenin içinde 139 adet istikraz tahvili ve 183 adet şirketi-i hayriyye hisse senetleri de vardı. Sarayda ki neredeyse bir orduya yetecek kadar olan silah koleksiyonu da İttihatçı subay ve polislere sus payı olarak dağıtılmıştır. İttihatçıların en büyük fenalıklardan biri de sultanın Irak ve Filistin'de bulunan çiftliklerinin millileştirilmesidir. Sultan gün gelirde bu topraklar elden çıkarsa şahıs malı olarak buraları kurtarmayı hedeflemekteydi. Çünkü uluslararası hukukta dahi şahsi mallara dokunulamıyordu. Lakin İttihatçılar bu toprakları da millileştirerek çok büyük bir cinayete imza atmış oldular. II. Meşrutiyet'in duyurulmasından sonra ki döneme bakıldığında İttihatçılar yönetimi devraldıklarında devletin kasası yaşanan ağır ve zalimane yağmadan dolayı boştu. Ancak devlet işleyişi de devam ettiğinden dolayı İttihatçılar 4.711.124 lira tutarında ilk borçlarını aldılar. 1909 bütçesiyse hayali olarak 30 milyon gelir ve 25 milyon gider olarak yapılmıştı ancak hazine boş olduğu için de buna uyulmamıştı. 1909-1910 bütçesinde devletin yıllık ihtiyacının 32 milyon altın olduğu hesaplanmış kasada ise 26 milyon altın olduğu kamuoyuna duyurulmuştu. Aradaki açığın kapatılması içinde yine borç alımına gidilmiş, 6 milyon lira borç alınmıştır. Sonra da gayet pişkince sanki devlet çarkını bozan kendileri değilmiş gibi hanedan üyelerine ve tekke, medrese ehline verilen ödeneğe göz diktiler sonunda da bunlarda da merhametsizce kesintilere gittiler. İşin garibi ise Maliye Nazırı Cavit Bey ve Emanuel Karasu sürekli yöneticileri dış borç almaya teşvik ediyorlardı. İttihatçılar çok büyük felaketlere sebep oluyorlardı ve her geçen gün de buna bir yenisini ekliyorlardı. Bu manada yerli yabancı iktisadi imtiyazlar verme yetkisini de padişahtan alıp meclise verdiler. Mevzunun kanunlaştırılması da yeni sorunlara kapı aralamıştı. Şöyle ki meclisteki vekillerin birçoğu yabancılardan para koparmak için komisyonculuklara yönelmişler, sahtekarlıklar yapmışlardır.
Sonunda durum öyle bir hal aldı ki Birinci Dünya Savaşı'na kadar ki dönemde Avrupa maliyesi bizden aldığı ödemeler ile zenginleşirken Osmanlı maliyesi iflasın eşiğine gelmişti. 1914 yılına gelindiğinde ise devletin dış borçları 160 milyon İngiliz sterlinine ulaşmış, borçların faizini ödemek için bile birçok borç alınmıştır. Bu sayede de Fransa, Almanya ve İngiltere'ye para alabilmek için korkunç tavizler vermişlerdir. Oysa Sultan Hamid Han 300 milyon altın borç ile devleti teslim almış 30 milyon altın borç ile devleti yeni yöneticilere teslim etmişti. Osmanlı öyle büyük bir medeniyetti ki yıkıldığında dahi cumhuriyet devrine fabrikalar, hastahaneler, okullar, üniversiteler ve askeri yapılar ile 161 milyon lira nakit para bırakmıştı. Lozan'da kabul edilen borçlar ise 107.830.608 liraydı. Burada ki hesaptan anlaşılan da İttihatçılar yönetimden gittikten, onların saçıp savurması kesildikten sonra ki son dört yıl üstelik Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış olsak da Sultan Vahideddin hazretleri o yoklukta devleti yeniden kâra geçirmeyi başarmıştı. Kaldı ki borçlanması iflas etmesi ile suçlanan Osmanlı'yı yıkıma sokan iflas durumuna getiren de İttihatçılardan başkası da değildi. Cumhuriyet devrinde de Avrupa'ya ödenen paraların sorumluluğu da onlara aitti. Bütün bu gerçekler ortada iken Osmanlı Devleti'nin iflasının sorumluluğunu Sultan Hamid efendimize yıkan tarihçilere sadece el insaf diyor, en yakın zamanda ayıkmalarını Hazret-i Allahtan niyaz ediyorum.
Yazının kaynakları:
1-Can Mumay/ Borcu Bitiren Abdülhamid Politikası mı?/ 19 Mayıs 2013/ Akşam Gazetesi
2-Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid/ Vahdettin Engin/ Sayfa: 68-69
3-Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi/ Şevket Pamuk/ s: 233
4-Büyük Osmanlı Tarihi/ 5. Cilt/ S:123-129/ Enver Ziya Karal
5-İkdam Gazetesi/ 17 Nisan 1919 tarihli nüsha.