Kıymetli dostlar, sizlere Osmanlı medreselerinde Enderun Mektebi’nde ve dahi sarayda padişahların huzurunda asırlarca okunan tasavvufi tefsirler ayrı tutulursa da yüksek ilmi ve edebi değerinden dolayı da üstüne tefsir yazılamadığı söylenen Ebussuûd Efendi tefsirinden bahsetmek istiyorum. Şeyhülislâm Efendi'nin tefsirinden söz etmek istememin nedenlerini de şu şekilde sıralayabilirim. Bendenizin gördüğü kadarıyla şeyhülislâm hazretlerinin tefsirinden haberdar olanların sayısı maalesef çok az. Öte yandan ilmi derinliği, edebi değeri böylesine yüksek bir tefsiri muhakkak surette ilahiyatçılar, felsefeciler hatta antropologlar haberdar olup okumalıdır. Çünkü eserde ayetler tefsir edilirken simya, astroloji, astronomi, kimya, fizik, matematik, genel tarih, mezhepler, dinler tarihi gibi ilmi ve bilimsel dallar kullanılmıştır. Ayetlerin tefsirini şeyhülislâm efendi kaleme alırken mezhep imamlarının görüşlerine de mukayeseli olarak yer vermiş sonra da kendi görüşünü bildirmiştir. Sevgili dostlar, bütün bunların yanında "Ebussuûd Efendi Tefsiri" akıl, zaman ve madde ötesini zorlayan insanları bilim yapmaya, tefekkür etmeye davet eden bahislerle de doludur. Öyle ki Şeyhülislam Ebussuud Efendi' "Fetva Mecmuası" ve "Tefsir" eserlerinde dünya dışı yaşam hakkında şöyle demiştir: "Cenab-ı Hakk'ın yerde yürüyen insanlar gibi göklerde de yürüyen mahlûklar yaratmış olması caizdir." Asıl ismi "İrşâd-ı-Akl-ı Selîm ilâ mezâyâyi Kitab-il Kerîm" olan ve Türkiye'de " Ebussuûd Tefsiri" yahut "Ebussuûd Efendi Tefsiri" diye anılan bu kadim ve değerli eser, ulu İslâm medeniyetinin de zirvesini altın çağını teşkil eden Kanunî Sultan Süleyman Gazi Hazretlerinin muhteşem devrinin muhteşem bereketli, feyizli meyvesidir. Nasıl ki Süleymaniye o devrin hatta bütün devirlerdeki İslâm mimarisinin şaheseridir, bu eser de tefsirlerin şaheseri ve zirvesidir. Tabiri caizse Süleymaniye’sidir, Selimiye’sidir. Zira nasıl Süleymaniye'yi Kanunî Sultan Süleyman Mimarbaşı Hazret-i Sinan'a yaptırmışsa bu eseri de Kanunî Sultan Süleyman, Şeyhülislamı Ebussuûd Efendi'ye yazdırtmıştır. Hazret-i Sultan Efendimiz ile Ebussuûd Efendi kendi aralarında yaptıkları istişareler neticesinde ilmiye sınıfının ve medreselerin kapsamlı ve derin bir tefsir ihtiyacı olduğuna karar vermişlerdir ve bu şekilde de tefsirin yazımına başlanmıştır. Böylece İslâm dünyasının en muhteşem camii, hilafet merkezi olan İstanbul'a nasip olduğu gibi, İslâm dünyasının en muhteşem tefsirini vermek de Osmanlı'ya ve İstanbul'a nasip olmuştur. Nitekim bu tefsir İslâm dünyasında o kadar beğenilmiştir ki, Şeyhülislam'ın vefatında Haremeyn'de, müellifi Ebussuûd Efendi için gıyabi cenaze namazı kılınmıştır. Yâni bu tefsir Kanunî devrinin haşmetine bir de ilmî haşmet ilâve etmiş bir eserdir. Eski Diyanet İşleri Başkanımız Ömer Nasuhi Efendi'nin de bu tefsir hakkında yorumları vardır. Hazret diyor ki: "Ebussuûd merhum, bu tefsiri kısmen yazıp oğluyla Sultan Süleyman'a göndermiş, Sultan Süleyman’da onu kapıya kadar istikbal ederek kabul etmiştir." Sultan Süleyman bu mübarek tefsiri yazmış olduğu için şeyhülislâmının maaşına da derhal iki yüz akçe zam yapmış, eseri tamamlayınca da yüz akçe daha ilâve etmiştir. Bu eserle iftihar eden Kanunî Sultan Süleyman iki nüsha yazdırılarak Haremeyn'e (Mekke ve Medine) gönderilmesini emretmiştir. Arapça olduğu için Arap dünyasında da büyük itibar kazanan eser bugüne kadar yüksek ilmî değerini ve itibarını korumakta ve yurt dışında kerrat ile basılıp durmaktadır. Ömer Nasuhi Efendi "Büyük Tefsir Tarihi, Tabakatü'l Müfessirîn" isimli ve 1974 İstanbul baskılı önemli eserinde Ebussuûd Tefsirine 15 sayfalık bir bölüm ayırmıştır ki sadece bu durum bile şeyhülislam efendinin eserinin değerini ortaya koymaktadır (sayfa 652-664). Ayrıca mukayeseler ve değerlendirmeler de yapmış ve aynen şunları buyurmuştur: "Keşşaf ile Kaazî tefsirinden sonra hiçbir zâtın tefsiri Ebussuûd tefsiri kadar itibar ve şöhrete mazhar olmamıştır deniliyor. (Kaazî Beyzavî -öl. 1291- Envarü't Tenzil ve Esrarü't Tevil isimli tefsirin yazarı. Zemahşerî ise -öl. 1144- el Keşşaf an Hakaik'üt Tenzil isimli tefsirin yazarı. Bu iki tefsirden Kaazî tefsiri Keşşafı hulâsa etmiştir. Ama aralarında mühim farklar da vardır. Her iki tefsir de İslâm âleminde büyük şöhrete ulaşmıştır)” Ömer Nasuhi Efendi bu üç tefsiri büyük bir selahiyet ve ilmî derinlikle bu sayfalarda karşılaştırmış ve büyük bir dirayetle hükme bağlamıştır. Sevgili dostlar, şimdi de kitabın sahibi Ebussuûd Efendi'yi dinleyelim:
"Ey İnsanlar! Allah ü Teâla’nın nimetlerini, sizlere in'am buyurduğu şeyleri saymak isteseniz onları icmâlen olsun hasra, sayıp bitirmeye kadir olamazsınız. Çünkü bunlar gayri mütenâhidir (Dostlar tam da bu noktada önemli olduğu için sizlere arz etmek isterim ki ihtiyaçlar sınırsız, kaynaklar kıt diyen "emperyalist iktisat" sistemi batıldır. Bu bilginin doğrusu ise şudur: Kaynaklar sınırsızdır, ihtiyaçlar sınırlı, ihtiraslar sınırsızdır. Sınırsız kaynakların dağıtımında da maalesef adalet bulunmamaktadır). Evet, bu böyledir. İnsanlardan herhangi bir ferd olursa olsun, velev ki son derece fakir, derd-ü belâya mübtelâ olsun, teemmül edince, görürsün ki bu ferd, sayılması kaabil olmayacak mertebelerde nimetlere müstağrak bulunmaktadır, âdeta imkân dâiresinden hâriç denilecek derecelerde lûtuflara her an mazhar olmaktadır. İslâm Mekke'de müşriklerin, Medine'de de Yahudilerin muhalefetiyle karşılaşmıştır. Kur'an, bilhassa Sûre-i Bakara "Yâ beni isrâile" diye başlayan birçok ayetlere mâliktir. Yahudilerden Müslüman olanlar da vardır. Bu bakımdan gerek onların ve gerekse muhitin bu konuda vermiş oldukları bilgiler demek olan "İsrâiliyyât" tan mutlak sakınmak mümkün değildir." Sevgili dostlar, Ebussuûd Efendi’de, bu konuda doğruluğuna inandığı ilmi bilimsel olarak ispatlanabilir durumda olan haberlerden bazı alıntılar yapmıştır. Esasen hazretin, metodu bütün rivayetleri, bilgileri sıralamak fakat sonunda itibar edilmesi veya edilmemesi gerekeni de açıkça belirtmektir. Dolayısıyla İsrâiliyyât konusunda da hazret bazı rivayetleri almışsa da bunları ibret alınsın ve müminlere nasihat olsun diye menkıbe ve tarihi olaylar olarak zikretmiştir. Sevgili dostlar, ilmi olarak toplumumuz yükselmez ise maalesef biliniz ki geleceğimiz karanlıktır. Bu manada papaz ve haham olabilmek için var olan ders programını bitiren öğrenciler diplomalarını almadan önce birde Müslümanlar ile uğraşmak ve onları fikri olarak mat edebilmek için İslam âleminin kadim ve değerli eserlerini okuyup bitirdikten sonra diploma alıyorlar ki bunların başında da tefsir eserleri gelmekteydi. Bizlere düşen ilim yolunda yürümektir, yüce kitabımızdan haberdar olmaktır, ayakta kalmak, başarılı olmak, geleceğe hazırlanıyor olmak için de buna mecburuz vesselam.