Mevdûdî'nin dediği gibi; "Gelin bu dünyayı değiştirelim." demeyi çok isterdim ama bu dünya değişmez. "Gelin, kendimizi değiştirelim." diyor ve herkesi büyük değişime davet ediyorum.
Müslümanca yaşamanın en zor olduğu zamanlardayız. En fakir olanlar bile, kırk yıl öncesinin en zenginleri gibi hayat sürüyorlar. Koca şehirlerde sadece bir iki arabanın olduğu dönemlerden, her evde iki üç arabanın olduğu dönemlere geldik. Sofralarımızdan kalan artıklar, bir kaç evi doyurmaya yeter. Kıyafetlerimizden eskidiği için değil, beğenmez olduğumuz için çöpe atmak istediklerimizle, beş on gariban yıllarca para vermeden paşalar gibi giyinir. Tatillerimiz, gezip tozmalarımız çok sıradan işler haline geldi. 150 metrekarelik evlere "küçükmüş" diyerek burun kıvırıyoruz.
Pekala olmasın mı? Müslümanız diye bunlara layık değil miyiz? Şimdiye kadar zar zor geçindik de ne oldu? Yazık değil mi? Biraz da hayatın tadını biz çıkarmayalım mı? İşte bu soruları, hatta daha fazlasını soralım kendimize.
Derdimiz, dünyaya geliş amacımız; tadını çıkarmak, günümüzü gün etmek miydi? Güç, kuvvet, zenginlik, konfor arttıkça takva, şükür, diğergamlık, fedakarlık ve tevazu da artıyorsa, islami yaşantıya daha çok özen gösteriliyorsa, ümmet bilinciyle hareket etmeye, paylaşmaya devam ediliyorsa, diyecek hiçbir sözüm yok. Allah, daha da versin. Güle güle harcayalım.
Ancak, her geçen gün imandan, islamdan, takvadan, tevazudan, zekattan, sadakadan, kısaca Allah'dan uzaklaşıyor isek burada çok büyük problem var demektir. Görünen o ki, israf, masraf, gösteriş, tul-u emel, yalan, dolan, kavga, gürültü, saygısızlık, sevgisizlik, sorumsuzluk, kibir gibi hastalıklar toplumumuzda çok yaygınlaştı. İmtihan çok şiddetli ama bizler sanki bu imtihana hazırlıksız yakalanmış gibiyiz. Dindar ailelerin çoğunluğu, dini hassasiyeti olmayan ailelere benzemekte, onlara kendilerini ispatlamaya çalışmakta yarış yapıyorlar. Adeta; "dindarız ama bağnaz değiliz, bakın biz de sizler gibiyiz, hiçbir farkımız yok." dercesine, kıyafetleriyle, seyahatleriyle, faaliyetleriyle, ticaretleriyle, yeme içmeleriyle, sosyal yaşamlarıyla onlara benzemeye çalışıyorlar.
Nitekim, başörtüsü serbest bırakıldıktan sonra, başörtülülerin sayısı azaldı. Mevcutlar da laşka hale geldi. Artık başörtülülerden bir kısmı, ellerinde sigaralarıyla, daracık elbiseleriyle, bol makyajlı yüzleriyle, yanlarında sevgilileri veya erkek arkadaşları, magazin konuşuyorlar. Konserlerde, eğlence mekanlarında en ön sıralarda yer alıyorlar.
Yukardan aşağı bol manto giyinmiş, saçının bir telini dahi göstermeyen, asil duruşlu, çalışkan, başarılı, davasının eri, başörtüsünü çıkarmamak için okulundan ve işinden uzaklaşmayı göze alan o hanım kızlar, şimdi ne durumdalar acaba? Onlar da mı topluma ayak uydurdular, yoksa çevrede olup bitenler karşısında şaşkınlıktan sokağa mı çıkamıyorlar? Kalmadı, göremiyorum. Sokaklar öksüz. Sokaklar sahipsiz. Nur yüzlü, rahmani sakallı gençler vardı. Saygılı, utangaç, imanlı, ibadetli gençlerdi onlar. FETÖ gibi çok güçlü terör örgütü bile onlardan uzak duruyordu. Nerde onlar? Müteahhit mi, zengin mi, makam sahibi mi oldular? Suçlamıyorum. Olun, çok güçlü olun. Ancak yüzünüzün nuru, kalbinizin cilası solmasın. Dava aşkınız, heyecanınız hiç bitmesin.
Bir yerlerden başlamak istiyorsak, önce kendimizden başlayalım. Bir araya gelelim, bu sancıları konuşalım. Birbirimizi, günümüzün hastalıklarından korumak için seferberlik ilan edelim. Elbette yapılıyor bir şeyler. Bu kaygılı insanlar, karınca kararınca adımlar atıyorlar ama zamanla yarışmamız gerekiyor. Daha çok çalışmalıyız. Bol miktarda mekanlar oluşturmalı, bu mekanlarda birbirimizle ve gençlerimizle vakit geçirmeli, çaylar içmeli, fikir mütalaları yapmalı ve onlara dert aşılamalıyız.
İnşaallah her şey daha güzel olacak. İktidarın görevi imkanlar sağlamak ve fırsatlar vermek. Bu da fazlasıyla yapılıyor. Bizler de bu imkanları en güzel şekilde değerlendirmeli ve şahsımızdan başlamak üzere insanımıza sahip çıkmalıyız.
Rabbim, yâr ve yardımcımız olsun. Bütün imtihanlardan alın akıyla çıkmayı cümlemize nasip etsin.