Kılıçları kuşanın dostlar, bir hurafe daha geliyor. Kurban Bayramı bittiğine göre, hacılarımız kafileler halinde evlerine dönmeye başlayacaklar. Allah hacclarını, ibadetlerini kabul buyursun ve mebrûr kılsın.
Buraya kadar her şey güzel.
İlk günde daha istirahat bile edilmeden Hacıdedeler ve hacıninelerin (genelde hacılarımız yaşlı oluyor.) getirdikleri bezler, kumaşlar, elbiseler, ayakkabılar, oyuncaklar, teknolojik aletler, en yakınlardan başlanarak dağıtılır. Genelde bu hediyelerin, Çin ve Avrupa mallarından oluştuğunu izaha gerek yok sanırım.
Gelelim ziyaretçilere. Ziyaretçiler, ödünç defterlerine bakarak hacının evine ne götürüp götürmeyeceklerine karar verirler. Bu durum, gidilecek hacının maddi durumuna ve çevresinin genişliğine göre de değişkenlik gösterir. Bu sırada Hacıların aileleri de gelen hediyeleri deftere not almayı ihmal etmezler.
Ziyaretçilere bol miktarda tatlılar, baklavalar ile küçücük bardaklarla ve kaselerle de hurmalar, zemzemler ikram edilir. Misafirler yollanırken getirdikleri hediyelerin kalınlıklarına göre ellerine poşetler tutuşturulur.
Ve muhabbet başlar. Bu seneki hurma fiyatlarından, otelin uzaklığı ve yakınlığından, arapların görgüsüzlüğünden, Türklerin asilliğinden, mescitte uyuyanlardan, kalabalığın sıkıntısından, meşakkatten, rehberlerin ilgili olup olmamasından, pahalı şirketlerin rahat oluşundan, şehirleşmenin kötülüğünden vs. vs. sohbet koyulaştıkça koyulaşır.
Gerçekten biz, hacıları niçin ziyaret ederiz? Bu sorunun cevabı için öncelikle "hacılar kutsal mekanlarda neler yapsınlar?" sorusunu cevaplamak gerekiyor. Allah'ın evi Kabe'yi, Mescid-i Nebevi'yi ve diğer kutsal mekanları ziyaret etsinler, ibadetlerini yapsınlar. Bu arada o mekanlarda birlik olmanın, kardeşliğin, samimiyetin, muhabbetin coşkusunu yaşasınlar. Katlanmanın, fedakarlığın, çilenin, sabrın doruğuna çıksınlar. Kabe'nin çevresinde dolaşırken, Hz. Adem'den günümüze bütün peygamberlerin Allah'a yakın olmak için neler yaptıklarını gözlerinin önüne getirsinler, giydikleri ihramlarla kul olmanın ne olduğunu anlasınlar, huzurda erisinler, tefekkür etsinler, Hz. İsmail'i, Hacer annemizi, zemzemin hediye edilişini, orada işkencelere tabi tutulanları, tavafın önemini, aynı anda dönen yüzbinlerin kalplerinin heyecanını ve daha bir çok konuyu, enine boyuna düşünsünler, idrak etsinler, dünyadan ve dünyalıklardan belirli bir süreliğine de olsa uzaklaşsınlar. Peygamberin huzurunda ağlasınlar, dertleşsinler ve mahcubiyetlerini dile getirsinler. Dünya müslümanlarıyla sık sık bir araya gelsinler, Maalesef İngilizce de olsa birbirlerini anlamaya çalışsınlar. Diğer ülkelerdeki gelişmeleri öğrensinler, cemaatin, ümmet ve birlik olmanın ne olduğunu bir kez daha görsünler. Afrika'dan, Endonezya'dan, Afganistan'dan, Hindistan'dan ve diğer ülkelerden gelen müslümanları sevsinler, her hallerini anlayışla karşılasınlar, "kardeşim" diyerek kucaklaşsınlar. Renklerin, farklılıkların, türlerin önemsiz olduğunu iliklerinde hissetsinler.
Bizler, hacılarımızı ziyaret ederken gördükleri yerlerin, getirdikleri peygamber kokularının, diğer ülkelerdeki kardeşlerimizden gelen selamların, aşkın ve kulluktaki zirvenin hatırına ziyaret edelim. Oralardan gelen manevi atmosferi; baklavalarla, tatlılarla, lüzumsuz konuşmalarla bozmayalım. Sohbetlerimiz, dünya müslümanlarının kardeşlikleri, orda yaşanan güzellikler, öğrenilen bilgiler ve elde edilen birikimler üzerine olsun.
İkram olarak da sadece zemzem ve hurmalar yeterli. İmkanı yoksa onlar da olmayabilir. İmkanı olanlar ya da almaya fırsat bulanlar, misvak sünnetini yaymak için misvak da dağıtabilirler. Misafirlere başka ikramlar olmayacağı için hacıevlerine tepsi tepsi baklava taşımaya gerek yok. Hacıevleri; bahanesiz, randevusuz, hediyesiz, müslümanların birbirlerini ziyaret edecekleri yerlerdir.
Ne yazık ki her konuda olduğu gibi bu konuda da çizginin dışına çıkmışız. İşi; gösterişe, yarışa ve saltanata dökmüşüz. Kalıplaştırmışız. Ruhunu, maneviyatını, gayesini değil, şeklini öne çıkarmışız. Gönüllerimizi, kalplerimizi değil, paralarımızı, gücümüzü konuşturmuşuz.