Allah rızası için yapılan işlerin ucundan tutmak, omuz vermek, gece gündüz demeden fedakârlık yapmak ve bütün bunları yaparken de hiçbir dünyevî karşılık beklememek. Böyle bir gençlik nasıl yetiştireceğiz? Dini eğitim-öğretim yapanlar da başta olmak üzere okullarımızda, evlatlarımıza bu ruh verilebilir mi?
Cihannüma olarak, ayda bir, sabah namazlarından sonra, farklı yerlerde yaptığımız hatim toplantımız için, Esad Coşan Camiinde bir araya gelmek nasip olduğunda, aklıma bu soru takıldı. Caminin müştemilatı içerisinde yer alan mekânlarda; kütüphane, yemekhane, mühendishane, izcilik kulüpleri, ayet, hadis, bilgi yarışmaları, sosyal aktiviteler vs. mevcuttu. Bir avuç insan, oradan oraya koşuşturuyordu.
Namaz sonrası hatim duamız yapıldıktan ve evrad-ı şerif okunduktan sonra, çorba ikramı esnasında hizmet eden gençleri gördüğümde, üniversite yıllarım aklıma geldi. Duygulandım. O yıllarda böyle yerlerden uzak kalsaydım, kim bilir, şimdi nerelerde olurdum? diye düşündüm kendi kendime. Hak yol, İlim Yayma, Milli Gençlik, Altınoluk, Safa, Saçaklızade ve benzeri çeşmelerden içtiğimiz şerbetlerle hayatımızı devam ettirmenin, çevre edinmenin güzelliklerini yaşıyorduk. Gayr-i iradi olarak etrafıma bir daha baktım. Dostların hepsi, o dönemlerden bu yana tanıdığım kişilerdi. Yaşı daha genç olanlar ise, istikametini çabuk belirlemiş şanslı fidanlardı.
Vatan haini bir örgütün (FETÖ) kurduğu vakıf ve dernekler yüzünden, ülkeyi ayakta tutan, taassuptan, ifrat ve tefritten, ayırımcılıktan ve hizipçilikten uzak, Allah için çalışan bu mekânların zarar görmesine hiçbir vicdan dayanmaz. İmkânlar arttıkça bu mekânların sayısı, çalışanı ve misafiri azalıyor.
Gençlerimizin okul dışındaki zamanlarını böyle yerlerde değerlendirmeleri, onları topluma kazandırma, maneviyat verme, hayatlarını imanlarına göre şekillendirme açısından çok önemlidir. Arkadaşlıklar, dostluklar, o mekânlarda çok daha farklıdır. Oralarda; diz çökerek, kitaplar okuyarak, sohbetler dinleyerek, hizmetlerde bulunarak yetişen gençler, yetişkin olduklarında da topluma faydalı olmaya çalışıyorlar.
Elbette suiistimal edenler, menfaatlenenler, kötü niyetle oralarda bulunanlar da olmuyor değil. Ancak o mekânlar, gönül yerleridir. Hiç kimseyi kovalamak, bozmak, niyet okuyuculuğu yapmak gibi yanlışlar işlenmez oralarda. Tabir yerindeyse; "herkes kalbinin gününü görür, nefsimizden aşağısı yok, biz kendimize bakalım." diye düşünür müdavimler.
Bu sebeple neslin inşâsı için, bu mekânları güçlendirmeli ve daha aktif hale getirmeliyiz. Ancak bunu yaparken, onları günümüzün hastalıklarından uzak tutmayı da ihmal etmemeliyiz. Yani vakıflarımız, derneklerimiz, kendi ayakları üzerinde durmanın, hayır sahipleriyle yola devam etmenin, hiçbir kuruma, yapıya minnet etmemenin, bağımsız hareket etmenin güzelliğini yaşamalılar. Yeri geldiğinde belediyeleri, partileri, iktidarları uyarabilmeliler. Aynı zamanda şeffaf olmalılar ve hiç kimsenin yanlış düşünmesine fırsat vermemeliler. Sadece belirli kesimleri değil, toplumun bütün tabakalarını şemsiyelerinin altına almalılar. Özellikle çabuk büyüme telaşına düşüp, göstermelik işlere, şovlara, meddahlığa soyunmamalılar. Çalışmalarda maddiyat, büyümek, genişlemek gibi düşüncelerden önce samimiyet, maneviyat öne çıkmalı.
Rabbim sivil toplum örgütlerimize, hılfulfudul ruhuyla hizmet etmeyi nasip etsin, muhiplerini, hizmet edenlerini çoğaltsın ve onları kötü düşünceli kişilerin şerrinden muhafaza etsin.