"Kaybolarak öğrenirsin ya
Bilmediğin bir şehri
Kaybolarak öğreniyorum
Gözlerinin rengini" mısralarıyla başlamıştı bir şehrin hikayesi. Uzun bir hikaye olsun istiyorum bu kez sonu mutluluklara ve umutlara çıkan. Yarım yamalık, bölük pörçük duygularla sırtıma yüklediğim anılardan yavaş yavaş kurtularak hafifliğin tadını çıkarmaktı tek arzum. Gecenin karanlığına da aldırmıyordum, sırtımdaki kambura da. Yorgun yorgun yürüyordum sadece Veysel misali uzun ince bir yolda. Ve sadece sokak lambasının aydınlattığı bir sokakta.
Hikayeler devşirirken azar azar kentin sokaklarından, bir hikaye daha takıldı sırtımdaki kambura. Bir bedevi hikayesi geldi sonra aklıma. Şöyle geçiyordu aklımdan hikaye...
Adamın biri çölde aç-susuz kalmış. Yardım isteyecek kimsecikler de yokmuş etrafında. Derken devesiyle giden bir bedevi görünmüş uzaktan. Adama yaklaşmış. Ölmek üzere olan adama suyundan ve azığından vermiş. Adam aradan biraz zaman geçince yavaş yavaş kendine gelmiş. Kendini toparlayınca da bedeviyi dövmüş ve devesine atladığı gibi gitmek istemiş. Bedevi can havliyle seslenmiş adama.
-“Bana bu yaptığını kimseye anlatma. Çünkü ben de kimseye anlatmayacağım.”
Böyle bir şey duymayı beklemeyen adam şaşırmış ve geri dönerek:
-“Neden?” diye sormuş. Bunun üzerine bedevi de:
-“Sana benden aldığın her şeyi helal ettim. Dövdün, canımı yaktın, onu da helal ettim. Ama tek şey için hakkımı helal etmiyorum. Sen bendeki merhamet ve güven duygusunu öldürdün. Korkarım sen, bana bu yaptığını anlattığın kişilerde de merhamet ve güven duygusunu öldüreceksin. O yüzden kimseye anlatma ve o duyguyu öldürme” demiş.
Herkesin bir hikayesi vardır ya. Benim ki de böyle bir bedevi hikayesi işte. 'Devşirdiğim güzellikler ve farklılıklar uzun bir hikayeden oluşan roman olacak' derken kırıldı kalemim. Ne bir kısa öykü oldu ondan sonra, ne de cümleler tamamlandı.
Sahi hiç dostunuz öldü mü sizin? Burcu burcu nefes alırken, sabah kalkıp akşam uyurken, gökkuşağını seyrederken dostunuz öldü mü?
Farklı olduğunu düşündüğünüz ama sonra herkes gibi olduğunu gördüğünüz dostunuz öldü mü? Canını canınıza katan ama sonra sizin canınızı alan, ona 'Keşke ölseydin' dediğiniz, bedevi misali hakkınızı helal etmediğiniz dostunuz öldü mü?
Keşke ölseydin ey dost!! Keşke ölseydin! Ölüm güzeldir çünkü bazen. Arındırıcıdır. Hiçbir şeyin temizleyemeyeceği şeyleri temizler bir avuç toprak. Ve anıların kirlenmesine engel olur. Güzel hatırlarsın, güzel söylersin ve güzel yazarsın onun için.
Onun için ölseydin ey dost! Keşke ölseydin. Ölseydin de gelmiş-gelecek dostlarımı öldürmeseydin. İnancımı, umutlarımı, güvenimi kabre gömmeseydin. Ve keşke ölseydin de ben senin mezarına şiirler gömseydim.
Seni anlatsaydım geçmişe ve geleceğe. Seni görseydim baktığım muhteşem bir tabloda, bir ressamın fırçasında, paletteki renklerde, bir şarkının notasında ve elime aldığım kalemlerde, kağıtlarda. Şiirlerde ve mısralarda.. Ama sen gün yüzüne çıkmamış şiirlerin de katili oldun, şarkıların da.
Yazılan bir hikayeyi yarım bıraktın sen. Muhteşem bir roman için açılan kalemi orta yerinden kırdın.
Yarım kaldı işte bu hikaye de. Yarım kalmış her şey gibi. Artık bu bir şehir hikayesi değil. Bu bir şehir efsanesi. Her zaman gerçekliği, her zaman doğruluğu tartışılacak ve hiçbir zaman güvenilmeyecek olan...