1987 yılıydı ve İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi birinci sınıfta okuyordum Reis'le tanıştığımda. Otuz üç yaşlarındaydı, gencecikti, hitabeti güçlüydü, karizmatikti, ülkemin geleceğinde söz sahibi olacağı her halinden belliydi. Refah Partisi İstanbul İl başkanıydı ve Merhum Erbakan Hoca'mın sağ koluydu. O tarihlerde üniversiteli gençlerle bir araya gelmek, Refah Partisi'ni gençlere ve kadınlara tanıtmak, böylece daha geniş sahaya yayılmasını sağlamak istiyordu. Farklı görüşte olan arkadaşlarımız bile çok etkilenmişler ve destek olacaklarına dair söz vermişlerdi.
Ondan sonra özel görüşmek nasip olmadı ama İstanbul'dan başlayarak memleketimde hangi başarılara imza attığını sürekli gördüm. Okuduğu şiirlerle, içten gelen samimi davranışlarıyla, gönülleri okşayan konuşmalarıyla, zayıflara moral veren ve mazlumlara sahip çıkan sertlikleriyle vatandaşın gönlüne taht kurduğuna şahit oldum. Öyle ki, yaşlı teyzeler, amcalar, onun boyunu, endamını görmekle teselli buluyorlardı. İstanbul'da göreve başladığı ilk aylarda, yağan yağmurlarla su sorununun çözüme kavuşmasıyla birlikte bütün Türkiye'nin hatta dünyanın konuşmaya başladığı insan olmuştu.
Her seçimden önce, onu iktidara taşıyan gelişmeler yaşanmış ve partisinden olmayanların bile oylarını almasına sebep olmuştu. Belediye başkanıyken okuduğu dörtlükten dolayı hapse girmesi, Partisi iktidar olduğu halde başbakan olamaması, ilerleyen yıllarda Cumhurbaşkanı olma imkânı varken olmaması, o zamanların yandaş medyasının, derin devletinin, sözde komutanlarının, YÖK, Danıştay, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, barolar gibi kurumların başkanlarının sözlü saldırıları, halkın ona olan muhabbetini daha da artırmıştı. Özellikle Ergenekon ve FETÖ çetelerini devirmesi, İsrail ve ABD gibi dünyanın kanını sömüren devletlerle korkusuzca mücadele etmesi, Avrupa ülkelerinin iki yüzlülüğünü ortaya çıkarması, Arap dünyasında Mursi gibi dik duran liderlere sahip çıkması, Filistin ve Suriye gibi mazlum halkların yanında yer alması onu efsane haline getirmişti.
Onunla başlayan dönem sayesinde, önceki dönemlerin İslam düşmanlıkları, irtica yaygaraları, haksızlıklar, zulümler, fail-i mechuller, enflasyonlar, devalüasyonlar, koalisyonlar, zam üstüne zamlar, başka ülkelerden ve IMF den borç dilenmeler sona ermişti.
Halka özgüven gelmişti. Artık halk, ABD, Rusya ve Avrupa ülkelerinin de sıradan devletler olduklarını, Türkiye'nin oralarda yaşayan Müslümanlara da sahip çıkması gerektiğini konuşmaktan zevk alıyordu. Ülkemize sığınan milyonlarca insandan dolayı endişe duymuyorlar, devletlerinin güçlü olduğuna inanıyorlardı. İslam düşmanı devletler ise, meydanlarda konuşmaya ve meydanlar okumaya başlayan bu yeni pehlivandan rahatsızlık duyuyorlar, açıkça korktuklarını söylemeseler de, endişe duyduklarını itiraf etmekten çekinmiyorlardı.
Çok uzatmayacağım. Bazen onun yalnız olduğunu düşünerek hataya düştüğümü itiraf etmek zorundayım. Çünkü çok sevdiği halkı, onu hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Halkın gözünden düşürmek için her türlü oyunu çevirenlere inat, hep dimdik ayakta kaldı. Bütün zorlu zamanlardan sonra onu balkonda ya da ekranda konuşurken gören halk, gece yatağına rahat yattı. Birazcık zayıfladığını gördüklerinde herkes tedirgin oldu, memleketin başına bir iş gelecek korkusu yaşadı.
Bu tefekkürden sonra gönül rahatlığıyla Reis'i de, ülkemi de, feraset ve basiret sahibi olan milletimin engin sağduyusuna havale ediyorum. Allah, bu milleti, İslam’a hizmetkârlığından dolayı her zaman sevmiştir. İnşallah ülkemiz liderliğinde gönül coğrafyamız da rahatlayacak ve istikbal, Müslümanlar için çok daha aydınlık olacaktır.