Dinimizle ve devletimizle paralel saldırıya uğradık. Devlet kendini kurtarmak ve pisliklerden arınmak için OHAL kapsamında KHK’larla çalışmalar yapıyor. Ancak Fetönün dinimize verdiği zararlardan, lekelerden nasıl kurtulacağımızın çalışmasını da yapmak zorundayız. Çünkü Fetö yüzünden bütün dindarlar zarar gördü. Tarikatlar, dernekler, bağışlar, hizmetler ve manevi duygular zarar gördü. Bu zarar aslında çok büyük, fakat sinsi ve içerden olduğu için gözükmüyor. Maalesef, şu anda Fetö bahane edilerek dine ve dindara yapılan saldırıları ve dinsizlik aşılamalarını görmekten aciz kalıyoruz.
Dinin formatlanmaya ihtiyacı yok ama Türkiye şartlarında Fetöyle aynı dönemde yaşayan bütün Müslümanların formatlanmaya ihtiyacı var. Onları örnek alarak siyasete, ticarete bulaşan cemaat ve cemiyetlerin formatlanmaya ihtiyacı var.
Hepsinden önemlisi, bütün Müslümanların, dini ve dindarlığı, toplu olarak ve ağız birliğiyle savunmaları gerekiyor. Yoksa savaşan; dindarlar, kazanan ise dinsizlik aşılayanlar olur.
İslam’da takiyye, cinayet, içki, hırsızlık, zina, yalan, iftira, röntgencilik, kul hakkına tecavüz, insana tapmak, son peygamberi inkâr, Müslüman kardeşleri dışlamak, ihanet, ülke sırlarını düşmana servis gibi hatalar yasaklandığına göre, Feto'nün dinini tartışmaya açmakta fayda var. Çünkü Fetö'nün dini; bütün bu sayılanları meşru sayıyor ve icra ediyor. Bir zamanlar Fetö'nün içinde yer alıp sonradan ayrılanlar, üzerlerine alınmasınlar. Onlar, Fetö'nün dinini kabul etselerdi, hiç bir yanlışını görmezlerdi ve onlarla birlikte hareket etmeye devam ederlerdi. Dolayısıyla, ibadet, kardeşlik, muamele, hukuk, himmet, bağış, hizmet, eğitim, cemaat vs. gibi hiç bir konuda Fetö örnek alınamaz.
Özetle; Fetö'nün dininin olup olmadığının, varsa nasıl bir dine sahip olduğunun dinler tarihi uzmanlarınca araştırılması gerekir. Ayrıca İslam adına örgütte bulunan aptalların da, bir an önce tövbe istiğfar ederek tecdid-i iman yapmalarında ve Müslümanların safında yer almalarında fayda var.
Durum çok vahim. KYK da yedek sırası gelme ihtimali olmayan çok sayıda öğrencinin velisine, yer bulmasında yardımcı olmak için adres gösterdiğimde, elinin tersiyle reddediyor. Bunu, özellikle gideceği adreste manevi çalışmaların olabileceğini duyduğunda yapıyor. İçler acısı bir durum. Fetö yapacağını yapmış, insanımızı her türlü manevi yapıdan soğutmuş. Demek ki darbe, sadece silahla yapılmazmış. Bedene değil de beyinlere bırakılan bombalar, daha büyük yaralar açarmış. Fetöcü olan gençlerin beyni zaten ölüydü. Fetöcü olmayan gençlerin ise, bütün cemaatlerden soğuma gibi bir hastalığa tutulması söz konusu olmuş. Bu konuda hepimiz suçluyuz. Anlaşılan o ki, manevi çalışmalarımızı gözden geçirerek, şekilcilikten, şahısçılıktan, hizipçilikten, siyasetten, ticaretten, menfaatten ve her türlü etiketten korumak zorundayız. İslam gibi mükemmel bir davadan; acizliklerimiz, yanlışlarımız, zaaflarımız, enaniyetlerimiz ve ifrat-tefritlerimiz nedeniyle insanlar soğuyorlarsa, yazıklar olsun bize.
Öncelikle çok farklı gibi görünen ama gayelerinin bir olduğunu söyleyen sivil toplum örgütlerinin aslında nasıl olmaları gerektiğini görmek gerekiyor.
Vakıflar ve dernekler; fedakârlık gerektiren ve maneviyat yoğunluklu çalışan sivil toplum kuruluşlarıdır. Özellikle vakıf; İslam temelli bir kavramdır ve ilk vakfı Peygamber efendimiz kurmuştur. Dernekler ise adeta vakfın bir numunesi gibi çalışan, bazı farklılıklarıyla daha rahat hizmet üretilen kurumlardır. Amaçları; eğitim, yardımlaşma, aşevi kurma, yetimleri koruma gibi sosyal konularda topluma yardımcı olmaktır. Bu yardımları yapabilmek için gerekli olan maddî gücü, hayır sahibi insanlardan bulurlar. Elemanlarını da gönüllülerden ya da parayla çalışanlardan temin ederler. Aynî ve nakdî bağışlar, sadakalar, zekâtlar en önemli gelir kaynaklarıdır. Hiç kimseden tehditle, baskıyla, utandırarak, yalan dolanla bağış alma yoluna gitmezler. Çalışmalarında devletten faydalanmak yerine hayır sahiplerinden faydalanmayı tercih ederler. Kadrolaşmayı, çeteleşmeyi, güçlenerek otoriteleşmeyi, baskı unsuru olmayı hiç bir zaman düşünmezler. Maneviyat dolu ve fedakârlık gerektiren kurumlar oldukları için, emeği geçenler huzur bulurlar. Çalışmalarında ekip ruhu vardır, ayak oyunları, bencillikler, kırgınlıklar olmaz. Ekip ruhuyla çalışanlar, öncelikle kendi aralarında kardeşlik hukukuyla ve samimiyetle bir arada yaşarlar ve bu yaşantılarını hizmet götürdükleri insanlara yansıtırlar. Bu kurumlar hayır müesseseleri oldukları için, çalışanlar kesinlikle kurumun araçlarını, imkânlarını, paralarını suistimal edemezler ve menfaatleri için kullanamazlar. Eğitim verdikleri kişilere Allah için yardımcı olurlar ve eğitim işi bittiğinde peşlerine düşüp onları kullanmak yerine, Allah'a emanet etmeyi tercih ederler. Bütün bunları vakıf ve dernek anlayışımızı bozan Fetö'nün verdiği hasardan kurtulmak ve tekrar fabrika ayarlarımıza dönmek için yazıyorum. Rabbim, şahsımızla, kurumlarımızla, ailemizle, eğitimimizle, ticaretimizle siyasetimizle aslımıza rücû etmeyi cümle İslam alemine nasip etsin.