DİLE kolay, 20 yıldır yazıp çiziyor, memleket meselelerini irdeliyorsunuz.
Sadece memleket meseleleri mi?
Sokaktaki vatandaşın derdiyle dertleniyor, bazen objektif olmaktan uzaklaşıyor, duygusallaşarak konuyu kaleme alıyorsunuz.
Yazdığınız yazı bir kesimi memnun ederken, diğer kesimde ise memnuniyetsizlik oluşturuyor.
Gazetecinin kaderi de bu değil midir zaten?
İnsanız neticede, beşer şaşarız. Tabii ki bu süreçte kırıp döktüklerimiz de olmuştur.
Sadece yazı hayatında değil, normal hayatta da bu böyle değil mi?
İşin içinde olanlar beni daha iyi anlar; yazmak, çizmek, memleketin ve memleketin insanın dertleriyle dertlenmek, dertli anda bile bizi mutlu eder.
Yazmadan yapamayız.
Her işe burnumuzu sokmadan duramayız.
Basın hayatından emekli de olsanız, bir kenara çekilip torun torba sevmeye başlasanız da yazmaya devam edersiniz.
“Ben yoruldum” diyene rastlamak zordur, bizim meslekte.
Uzatmayacağım, kısa keseceğim.
Bütün bunlara rağmen hayat denen döngü, sizi bazen bazı şeyleri yapmaya ya da yapmamaya zorunlu hale getirebiliyor.
Bir sabah kalkarsınız, hayatınızda zorunlu değişikliklerin olduğu bir dönemin başladığını öğrenirsiniz.
Tıpkı benim gibi…
Tekrar yazmak nasip olur mu bilmiyorum ama ben gidiyorum dostlar.
Aslına bakarsanız tüm vedalar zamansızdır ama zaman ise vedalar ile dolu…
Tıpkı şairin dediği gibi;
Zamansızdır tüm vedalar,
Geride bırakılanlara inat,
Yaşamak, bir kor olur kalpleri dağlar,
Feryatlarımız dudaklarımızda kalır,
Ve ayrılık, nihayet kapıya dayandığında
Şair ağlar, şiir ağlar artık…
Poker masasındaki oyuncunun “son”u görüp, “ben yokum” dedikten sonra kartalkanat giydiği pardösüsünü koluna takıp bulunduğu yeri terkettiği gibi…
Hoşçakalın, güzel kalın, sevgi ile kalın, sevin sevilin…