Suriye Meselesi Sorular Cevaplar -II-

Abone Ol

Cihadın ümmet olmaya katkısı nedir, Suriye misalinde cihadın tesiri nasıl okunabilir?
Cihat, İslamlığın ve insanlığın önündeki engelleri kaldırma çabasıdır. Bu çaba içerisine giren her Müslüman dava taşını birlikte omuzlayıp kaldırmış demektir. Büyük bedeller ödenerek ve zorluklara katlanarak elde edilen bir zaferin bütün ümmetin ortak paydası olacaktır.
Şimdiki savaşlarda moral ve motivasyon en önemli faktör haline gelmiştir. Cihat etmeyen Müslümanlar zillete müstahaktır. Tevbe suresi 24. ayet bunu açıkça belirtmektedir. Ayrıca Vehn hadisinde buyurulduğu gibi dünya sevgisi yüzünden cihadı terk eden bir topluluk hüsran yaşar.
Suriye’de savaşan kardeşlerimiz Allah’ın ümmete nusretini celb edecek, bu da gönüllerde cihat aşkını, Müslüman izzetini ziyadeleştirecektir.
Saadet asrının hemen ardından yaklaşık 15 sene çok seri cihat ve fetih hareketleri görülmüş, İslam üç kıtaya büyük bir hızla yayıldığı gibi Müslümanlarda büyük bir izzet ve şeref kazanmıştı. Sonra bu fetihlerin getirdiği ganimet, servet ve bolluk onları rehavete sevk etti. Bu rehavet ortamında fitne fesat virüsü yayıldı ayrılıklar başladı ve Müslümanlar kendi aralarında savaşmaya başladılar. Camel ve Sıffin savaşları gibi. Ortak düşman karşısında birleşmek daha kolay oluyor.
Batı aslında kendini çok üstün ve zeki gibi tanımlasa da yaptıkları uzun vadeli planlar çoğu zaman başarısız oluyor. Irak, Somali ve Afganistan örneğinde olduğu gibi.
Şu an Suriye cihadına katılan Müslümanların yarın kendi ülkelerindeki dengeleri nasıl etkileyeceğini henüz tahmin edemiyorlar.
 İslam coğrafyasının her bölgesinden yiğitlerin gelmesi ümmet olma sürecinde mesafe almamıza katkıda bulunuyor mu, nasıl?
Geçmişte özellikle İngiliz ajanları özene bezene yerleştirmeye çalıştığı ve bunu bazen etnik bazen mezhep temeline oturttuğu ayrılıklar gayrılıklar bu cihat sayesinde sona erecek. Onların anlattığı gibi ayrı dünyaların insanı olmadığımız ortaya çıkacak. Onları özellikle öncül kimlik olarak dayattıkları etnik veya mezhebi kimliklerin sonraki konular olduğu bir Müslüman’ın ilk kimliğinin kesinlikle Müslümanlık olduğu anlaşılacak. Bu durum ümmet birliğini ve din kardeşliğini pekiştirecek.
Şia’nın Suriye’deki ihanetini nasıl değerlendirmek gerekir?
Şia maalesef İslam’ın en başından beri sorun üretmiş sapkın bir anlayıştır. Paralel bir dindir. Buradaki ayrılık konusu derinleşmeye ve ayrışmaya müsait bulunduğu için İslam düşmanları tarafından sürekli kullanılmıştır. Dikkat edin Osmanlı ne zaman Batı’da bir başarı elde etse İran doğu’da bir sorun çıkarmıştır. Şia nın ilk merkezi olan Irak’ın İslam tarihindeki adı “Irak-ı firak-ı şikak” tır. Yani fitnenin ve ayrılığın diyarı. Şia bu özelliğini halen sürdürmektedir. Suriye’de ümmete karşı birleşen küfür cephesinin içinde yer almıştır.
Suriye cihadı, Şia’yı ümmetin bünyesinden dışarı attı mı?
Asalında ben bu gelinen durumun akl-ı selim Şia mensuplarını bir iç sorgulamaya sevk edeceğini düşünüyorum. Şia maalesef İslam’ın ana caddesine bir türlü girememiş tarih boyu tali caddelerde gezinip durmuştur. Şu son olayda olduğu kadar tarihin hiçbir döneminde Şia İslam bünyesinden uzaklaşıp küfür cephesine yaklaşmamıştır.
Şia’nın bir daha İslam ümmetinden olduğunu iddia etme imkanı kaldı mı?
İran ve Şia takıyye uzmanıdır. Bu kavgadan İslam galip çıkarsa Müslüman maskesi takar, karşı taraf kazanırsa parsadan pay kapmaya kalkar. Bin yıldır değişmeyen temel politikaları değişmez ve Müslümanlara ayak bağı olmaya devam eder.
Şurası vardır ki İran ne kadar iki yüzlü ve takıyyeci bir tavra sahip olsa da siyaseten onu İslam biriliği içine dahil edecek politik adımların atılması taraftarıyım. Yeri geldiğinde ve çıkarlar örtüştüğünde İsrail’le bile işbirliği yaparken İran’ı bu siyasetin dışında tutamayız.
 Suriye’de Rusya, ABD, AB gibi küresel, İran gibi yerel güçlerin küçük farklarla aynı noktada buluşması, Suriye cihadını ümmetin kurtuluş savaşı seviyesine çıkarır mı?
Bizim ülkemizde yalnız batıcı laikci ve seküler aydınların değil Müslüman aydınların bile henüz tam olarak farkına varamadığı bir gerçek var. Türkiye artık küresel bir aktördür. Büyük devlet olmanın ilk şartı geçmişinde bu büyüklüğün izlerini taşımış olmasıdır. Kadim gelenek geçmişte olduğu gibi, haçlı seferlerinde ve Moğol istilasında olduğu gibi yine Türklerin İslam dünyasının birleştirici rolünü ortaya çıkaracaktır. Bu tehlikeyi düşmanlar gördüğü içindir ki asla bir araya gelmesi mümkün olmayan güçler bir araya gelmiştir.
Suriye’de büyük ve küçük birçok gücün zımni ittifakı, ümmetin kurtuluş savaşının ancak topyekun kurtuluş savaşı olarak mümkün olduğunu mu gösteriyor?
Suriye savaşı uzadıkca Müslümanlar arasında işbirliği ve ittifak fikri gelişecektir. Suriye’deki savaş kaybedilirse Arakan’daki, Doğu Türkistan’daki, Keşmir’deki Bosna’daki Müslümanların akıbeti tehlikeye düşer. Bunun farkına varanlar daha o adreslerden yola çıkıp ümmetin Suriye zaferi için kavgaya katılmışlardır
 Şia ve İran’ın küresel güçlerle birlikte Müslüman katletmesi, ümmetin kurtuluş savaşını aynı zamanda Şia’ya karşı da vermesi lüzumunu ortaya çıkardı mı?
Şia ile fikri mücadelenin daha faydalı olacağı kanaatindeyim. Fiili mücadele onları ehl-i sünnet karşısında kenetler. Ne var ki şu Suriye olayında ümmet nazarındaki itibarını tamamen sıfırladı.
 Topyekun kurtuluş savaşı zaruret haline gelmişse, bunun bir merkez karargaha ihtiyacı var mıdır, varsa Türkiye’nin karargah ülke olma ihtimal ve imkanı var mıdır?
İşte bu çok önemli bir soru. Her medeniyetin bir merkez karargahı vardır. Bir tek Müslümanların yoktur. Bu olmayınca İslam toplulukları tespih taneleri dağılmış ve kapanın elinde kalmıştır. Bu yüzdendir ki sembolik bile olsa Hilafet bu birleştirici rolü ifa ediyordu. Samuel Huntington İslam dünyasını 1400 yıllık tarihinin en zayıf döneminin son yüzyıl olduğunu ve bunun da en önemli sebebin Müslümanların bir merkez karargaha sahip olamayışlarından kaynaklandığını söyler. Aynı şahıs bu karargahı kurabilecek adayların Türkiye, Mısır, Pakistan, Endenozya ve İran olabileceğini ama diğer adayların hiçbirinin Türkiye kadar uygun bulunmadığını anlatır. Çünkü Türkiye u birleştirici karargah görevini son bin sene içerisinde başarı ile yerine getirmiş ve bu konuda kadim bir tecrübe kazanmıştır.
 Türkiye’nin topyekun kurtuluş savaşının karargahı olması, mevcut dünya düzeni ve milletlerarası dengeler açısından mümkün olabilir mi?
Türkiye der demez hafızalarda Osmanlı hatırası tazeleniyor. Bu yüzden Türkiye’nin son yıllardaki çıkışına “Neo Osmanlıcılık” adını takanlar var.
Ne var ki son yüz yılı örtülü bir darbe ve manda sistemi altında geçmiş olan ve kültürel olarak ağır bir tahribata uğrayan Türkiye’nin bir yandan kendini tamir edip yaralarını sarması bir yandan da bu büyük kavgada kendini güçlü kılacak araçları ve argümanları üretmesi sanılandan çok çok zordur. Bu ülkeyi mandalaştıranlar bunu sağlama alacak siyasi, askeri, kültürel vesayet odaklarını çok iyi tanzim ve tahkim edip bu ülkenin tarihinde sergilediği liderlik fonksiyonuna yeniden ulaşmaması için dışarıdan, özellikle de içerden her türlü tedbiri almışlar ve bir çok hassas noktasına derin fay hatları döşemişlerdir. Laik aydınlar, seküler güçler, arılıkçı hareketler paralel elemanlar bu vesayetin devamı için muhafaza edilen muhafız kuvvetlerdir
Türkiye’nin “resmi” anlamda karargah olması mümkün değilse veya fazla tehlikeliyse, gayrı resmi bir karargah olma ihtimali var mıdır, varsa bu nasıl gerçekleştirilebilir?
Bu zamanda niyetlerin ve faaliyetlerin gizli kalması mümkün olmadığı gibi yüz yıllık manda döneminde yetiştirilen müstemleke aydınlarını her biri hayranı oldukları batının içeride gönüllü ajanıdır. Nitekim Türkiye ister İran ile ister Rusya ile ister ABD veya İsrail ile ihtilafa düşsün bunlar daima karşı safta konuşlanmıştır. Bu yüzden içerde elimizi zayıf düşüren bu belalar ve belamlar varken dış siyasette büyük hayallerin içine dalmak mümkün değildir.
Türkiye’nin Suriye siyasetini değerlendirir misiniz?
Aslında kulaktan dolma bilgilerle ahkam kesen ya da  magazin habercilerinden duydukları kadarı ile fikir serdeden herkes ağzını açar açmaz lafa “ Türkiye Suriye’de yanlış yaptı” diyerek başlıyor.
Türkiye Suriye politikasında hiç yanlış yapmadı ama içerden ve dışarıdan sayısız ihanete uğradı. En başta batılı müttefiklerimiz Arap baharı Suriye’ye gelinceye kadar gelişen süreç içinde gelişmelerin Türkiye’ye yaradığını görünce Suriye’de frene bastılar ve bizi terk ettikleri gibi karşımıza geçtiler. İran, Suriyeli Kürtler de bize karşı tavır aldılar. İçerden bölücü hareket , paralel ihanet ve MİT tırları gibi provokasyonlar bizim Suriye’de elimizi zayıf düşürdü. Türkiye Suriye yanlış yaptı diyenlerin iki farklı gerekçesi var. Batılı emperyalistler “Türkiye Libya Fas, Tunus, Mısır ve Sudan’da etkinlik elde etti, Suriye ile bu halka tamamlanırsa Türkiye’nin önü alınamaz” diyerek dertleniyorlar. İçeride bilir bilmez konuşanlar ise sanki Suriye olayını biz başlattık sonra da elimize yüzümüze bulaştırdık diye bakıyor. Dünyada aniden değişen dengeleri ve onların dünyasında oluşan “Büyük Türkiye” tehlikesinin bu adımlara yol açtığını göremiyor.
Bugünden sonra Suriye meselesinde Türkiye neler yapabilir, yapmalıdır?
Türkiye sağ ayağına pranga olan paralel ve sol ayağına pranga olan PKK mevcut kaldıkça Suriye üzerinden ulaşmak istediği büyük hedeflere ulaşamaz. Büyük Türkiye fikrine bu topraklarda yaşayan kahir ekseriyetin inanması ve bunun için zemin hazırlanması gerekir. İçerde küçük düşünen bu kadar adam varken üstelik bunları çoğu devletin kritik yerlerinde görev yaparken bir dünya siyaseti geliştirmek ve uygulamak çok zordur. Bu anlamda bu siyasetin ağır yükünü omuzlayan kadroların işi çok zordur. Hele hitap ettikleri kitle bu kadar rahatına ve konforuna düşkün durumdayken.
Türkiye elindeki siyasi, jeopolitik ve ekonomik kozları iyi değerlendirip II. Abdulhamid’in izlediği denge siyasetini izlemeli, bloklar arasındaki ihtilaflardan yararlanıp Suriye savaşında siyasi yalnızlıktan kurtulmaya çalışmalıdır. Bir de dışa verilen mesajlar futuhatçı ve İslam birliği gibi iddialı söylemlerden ziyade İnsanlık, eşitlik, adalet, hürriyet, demokrasi gibi söylemler üzerine oturmalı. Batının götüremediği demokrasinin Türkiye ile o topraklara ulaşacağı anlatılmalıdır.
 SURİYE PLATFORMU’nun kurulması gerekir mi, böyle bir teşebbüs olduğunda katılır mısınız?
Suriye platformunu özlenen ümmet birliğinin çekirdeğini oluşturacak bir fikir olarak görüyor ve çok önemsiyorum
Suriye Platformuna İslam dünyasındaki fikir ve ilim adamlarının katılımı gerekir mi, katılmaları sağlanabilir mi, nasıl sağlanır?
İşte bu çok zor. Uzun yıllara dayanan bir süreç içerisinde “İslam aydını” kavramı ağır tahribat aldı. Eskiden İslam kendi ilmini kendi tekniğine göre inşa ederken şimdi bu ilmi batını formel kalıpları içine hapsetti. Bunu aşmak için en başta yerli aydın yetiştirme görevimiz var. Bunu da ancak İsalmi ilimler Fakülteleri üzerinden yapabilirsiniz. Bir şartla bu okulların üzerinde gezinen batı materyalizminin ve diyalektiğinin gölgesini üzerlerinden kaldırmak suretiyle.
Suriye Platformu bünyesinde sivil toplum koordinasyon merkezi kurulmalı mıdır, böyle bir teşebbüse destek verir misiniz?
Elbette kurulmalıdır. Seve seve destek veririm.
 Suriye Platformu, Ümmete dönük beyanname yayınlanmalı mıdır, böyle bir teşebbüse katılır mısınız?
Çok iyi olur.  Katılırım.
Suriye Platformu bünyesinde milletlerarası bir neşriyatın çıkarılması gerekir mi, böyle bir fikrin hayat geçirilmesine destek olur musunuz?
Hem de acilen. İnsanlara ulaştırmadığız hakikat bir kıymet ifade etmez.
Son bir soru. Suriye olayının İsrail neresinde duruyor?
Yahudilerin kendilerince kutsal addettikleri hedeflere ulaşmak konusunda çok katı ve ısrarcı olduğunu biliyoruz. İlk hedefleri olan İsrail devletini kurduktan sonraki 50 yıl içinde Arz-ı Mev’ud dedikleri hedefe kilitlendiklerini de biliyoruz. Fırat ve Nil nehri arasını kapsayan bu bölgenin en önemli yapı taşı Suriye’dir. Suriye’deki savaş şu anda o coğrafyayı boşatmakta ve çökertmektedir. Bu da İsrail’in amaçlarına uygun bir tablodur. Oyunu bozmak istiyorsak Suriye’de zaferi kazanmak ve orada Ehl-i Sünnet yapısını tahkim etmek zorundayız.

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com Şevki Karabekiroğlu