Paldır küldür dökülmeye başladıysa dudaklarından kelimeler...
Ağlamak için zaman kollamıyorsan...
Apansızın, ulu orta sızıyorsa gözlerinden damlalar ve çekinmiyorsan, utanmıyorsan hiç kimseden...
Ve de bir kahve molası bahanense uçsuz diyarlara dalıp onu düşünmen için artık hayatının kırılma noktasına gelmişsin demektir. Artık onu yaşamın merkezine koymak değil senin merkezden ne kadar uzak kaldığının hesabını yapmaktır üzerine düşen.
Doğrularla yanlışları, artılarla eksileri, sevgilerle nefretleri, tebessümlerle somurtkanlıkları terazinin ayrı kefelerine koyup, hile yapmadan, kendini kandırmadan tartma zamanının geldiğinin göstergesidir bu. Doğrularını, artılarını, sevgilerini ve tebessümlerini kucaklayıp; yanlışlarını, eksiklerini, nefretlerini ve somurtkanlıklarını itmeyeceksin elinin tersiyle.
Kabulleneceksin ve şefkatle sarmalayacaksın onları da. İnişler, çıkışlar, patikalar, çalkantılar hayatın ta kendisidir. Sana düşen inilecek yerde düşmeden inmeye, çıkışlarda takatini tüketmemeye, çalkantılarda alabora olmamaya gayret göstermektir.
Kaygan bir zemin gibidir hatalar, yanlışlar. Alaşağı edebilir aniden. Düşebilirsin zaman zaman. Ama düşmenin değil düştükten sonra ayaklanabilmenin önemini bilmelisin sen.
Kaldığın yerde kalakalmayacaksın. Devam edeceksin. Mola vermiş gibi düşüneceksin. Kendini toparlamak için verdiğin bir dinlenme arası gibi...
Dönüp de arkana bakmayacaksın. Çıkartacaksın lügatinden ‘Keşke’ kelimesini. Keşke’lerine bile keşke demeyeceksin. Alışkanlık haline getireceksin ‘Keşke’ yerine ‘Bir daha ki sefere’ diyebilmeyi. O olgunluğa erişebilmelisin. Ve pişmenin ham dönemden geçtiğini bilerek yaşayabilmelisin.
Hangi noktaya gideceğini bilmemek ve kararsızlıktır insanı asıl yoran. Ve yorgunluktur insanı hayata tutunmaktan alıkoyan.
Yorulmamak için askıda yaşamayacaksın duygularını. Net görünecek tavrın ve rengin. Ebruli olmayacaksın. Bulandırmayacaksın hislerini. Duru duru yaşayacaksın.
Ya tam seveceksin ya da ölümüne sileceksin. Bölük pörçük duygularla kırık dökük yaşamaktan vazgeçeceksin.