Türkiye yaklaşık %13’lük oranla tasarruf miktarı oldukça düşük bir ülke. Bu oran Çin’de %33 civarında, gelişmekte olan ülkelerde ise ortalama %33,5’dir. Dolayısıyla, Türkiye istenen büyüme oranını yakalamak için yabancı sermayeye muhtaç durumdadır. Ülkemizde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının miktarına baktığımız zaman 2006, 2007 ve 2008 yıllarında 22 milyar ABD Doları düzeyinde gerçekleştiğini görüyoruz. Kriz yılları olan 2009 ve 2010 yıllarında rakamlarda önemli oranda düşüş olsa da 2011 yılında doğrudan yabancı yatırımlarının tekrar 16 milyar ABD Dolarını aştığı, takip eden yıllarda ise bu rakamın tekrar düştüğü, 2015 yılında ise yine 2011 rakamlarına ulaşılabildiği görülüyor. 2015 yılında Çin’e yapılan doğrudan yabancı yatırım miktarı 126,27 milyar ABD Doları, Myanmar’a ise 8 milyar ABD Dolarıdır. 

Bu rakamlar Türkiye’nin yabancı yatırım çekmede istediği düzeyi ve ivmeyi yakalayamadığını gösteriyor. Bizim lokasyon, lojistik imkânlar, genç ve eğitimli nufüs, teşvik politikaları, AB aday ülke konumu (teknik mevzuatlardaki eşitlik avantajı) gibi avantajlarımız bir arada değerlendirildiğinde bu rakamların çok daha yüksek olması beklenir. Peki, sorun nerede? Gerçekte bir yabancı yatırımcı (aynı zamanda yerli yatırımcı) yatırım yapmak istediği ülkede ne arar, öncelikle neler ister? 

Bu konulardaki araştırmalara bakıldığında yabancıların bir ülkeye yatırım kararı alırken öncelikle; piyasa büyüklüğü, hammadde temininde kolaylık, vasıfl ı işgücü gibi hususlara baktığı, aynı oranda ekonomik ve siyasi istikrar aradıkları, ikincil planda da o ülkedeki destek ve teşviklere baktıkları görülmektedir. Bu konuda bizim yaptığımız çalışmalarda yabancı yatırımcının bir ülkeye yatırım yaparken; 

- Politik istikrar varlığı, karar süreçlerinde işbirliği, etkinlik, 

- Hedef pazarlara (iç ve dış) coğrafi yakınlık, ulaşım, erişim kolaylığı, 

- Ulaşım imkânlarının çeşitliliği ve uygunluğu, 

- Kâr ve kapitalin geri dönüş (repatriation) serbestliği, 

- Yabancıların mülkiyet hakkı, uzun süreli kiralama, aylık kiralama imkânları, 

- Enerji ve diğer altyapı hizmetlerinde rekabetçi fiyatlar, 

- Yatırımcıya tek noktadan servis verecek yönetim sistemi (One-Stop Shop varlığı; kayıt, kurulum, izin, vize işlemleri vb.), 

- Dünya standartlarına uygun bir altyapı, yaşama ve çalışma ortamı, 

- Sektörel bilgi ve yetenekte kritik kütle varlığı: çok uluslu teknik personel ve nitelikli işgücü, 

- Ar-Ge altyapısı, nitelikli teknik eğitim ve yükseköğrenim imkânlarının varlığı, lokal ve uluslararası bilim ve teknoloji enstitüleriyle işbirliği imkanları, 

- Tax free zone (Gümrük ve Kambiyo rejiminden muafiyet durumu), 

- Vergi ve diğer teşvikler: kurumsal ve kişisel gelir vergisi muafiyetleri, makine/ hammadde vb. ithalatlarında muafiyetler, ülkede üretilen ürünlere vergi muafiyeti, vb… kriterlere baktıklarını gördük. Ancak bir konu var ki yabancı yatırımcılar için tüm bu sayılanların toplamından daha önemli: Hukuk. Ülkelerde yatırım ve üretimin önünü açan en önemli unsur uluslararası standartlarda hazırlanmış hukuki altyapıdır. Mevzuatlar ne kadar sade, anlaşılır ve uluslararası müktesebata uygunsa işler o ölçüde kolay yürür. Yabancı yatırımcı için de bu tür mevzuat altyapısı bir güvencedir ve ülkeyi cazip kılar. Şayet bir ülkede %100 haklı olduğunuz bir konuda, %100 mevzuatlar da lehinizde iken muhatap olduğunuz bir dava sonucu hakkında endişeler taşıyorsanız bu durumda yabancı yatırımcı çekmeniz mümkün değildir. Gelişmiş ve güçlü bir ekonomi olmak istiyorsak çağdaş ve güçlü bir hukuki altyapıya sahip olmak şarttır. Ama bu da yetmez; uluslararası standartlarda uygulamanın varlığı da gerekir. Bir ülkede hakkı zail olan bir vatandaş, mahkemeye ya da devlete başvurduğunda hakkını alıp alamamada konusunda endişe duyuyorsa bırakın yatırımı veya üretimi, bu vatandaşın kendini güvende hissetmesi, mutlu olması mümkün değildir. Biz buna “hukuk güvenliği” ya da bu alanda “öngörülebilirlik” diyoruz.

DÜNYA GAZETESİ - SERBEST KÜRSÜ / DR. SÜFYAN EMİROĞLU - EKONOMİST