Yılmaz Öztuna (20 Eylül 1930, İstanbul - 9 Şubat 2012, Ankara), Türk tarihçi, siyaset adamı, müzikolog, gazeteci ve yazar.

Bendenizin de araştırmacı yazar ve tarih ilminin peşinden giden biri olmamı sağlayan bilge kişilerdendir kendisi. Sadece tarihçi değil, çok yönlü bir entelektüeldi şayet imparatorluk döneminde yaşasaydı muhtemelen Divan-ı Hümayun baş katibi, Vak'a-Nüvis, Sefir, Hariciye Nazırı ya da baş musahip olurdu. Birileri eğer "Türkiye'de canlı ilmin numunesi kimdir?" diye sorsa, naçizane Yılmaz Öztuna derim. Kaç kuşağı etkilemiştir kim bilir, bendenizi de etkilemiş, bıraktığı eserlerle tarih usul ve metodolojisini öğrenmemi sağlamıştır. Tarihçi olmak isteyen kardeşler muhakkak eserlerini okumalıdırlar. Kendi adıma kaç makalesini okuduğumu bilmiyorum, kitaplarının da büyük çoğunluğunu okuma şerefine erdim hepsine de değdi, yani demem o ki üzerimde çok hakkı var çünkü kendisinin ismini bilmediği, hiç tanışmadığı öğrencilerinden biriyim. İnsanların zihin dünyasında görkemli ve sarhoş edici bir Türk tarihi inşa etmiştir. Osmanlı aşığıydı. "Büyük Türk Hakanlığı" ya da "Cihan İmparatorluğu" ifadesini kullanmadan tarih sohbeti yapmaz, yazı kaleme almazdı. Her insan yaratılışı itibariyle özeldir ve okuduklarıyla araştırdıklarıyla da kendi sentezini oluşturmalıdır. Rahmetli üstadın katılmadığım tespit ve görüşleri vardır lakin üç adam boyu eser kaleme almış, Ayasofya Cami’nin hünkar mahfilini ibadete açtıran üniversitede Türk Müziği Kürsüsü kurduran ve art niyeti olmayan bir zat'ı eleştirmek bana düşmez, o işi bırakın geleceğe hiçbir şey bırakmayan, üretmeyen, keşfetmeyen ot gibi yaşayan bir harf dahi yazmamış olan ve hatta okuduğu kitabı dahi anlamaktan aciz sıfır analiz kabiliyetine sahip insanlar yapsınlar. Katılmadığım fikirlerini ise kendisinin ismini vermeden başka başka yollardan yapıyorum zaten doğrusu da budur. Yılmaz Öztuna Beyefendi, Anadolu kazaskerlerinden müderris Mehmet Emin Efendi hazretlerinin evladı hukukçu, besteci ve musiki araştırmacısı tarihçi  Hüseyin Sadeddin Arel'in rahlesine oturmuş ondan ilim ve feyiz almıştır. Kendisi tam bir "Türk-İslam-Adriyatik’ten Çin Seddine..." sentezidir. Yanılmıyorsam araştırmalarımdan aklımda kaldığı kadarıyla 1980'lerin sonundan itibaren haftalık olarak toplanan, tarih, politika, musiki, edebiyat ve saire konuşulan bir meclisi bulunmaktaymış, her hafta aynı gün ve aynı saatte 20-25 kişilik bir katılımcı grupla sohbetine başlarmış. Bu meclise devam edenlerin ifadesine göre insanlar derslerinden çok feyz almışlar. Yılmaz Öztuna Beyefendi Sultan II. Abdülhamid için de müstakil eserler yazdığı gibi pek çok makale ve ansiklopedi maddeleri de kaleme almıştır. Onlardan birini özetleyerek de olsa önemli olduğu için yazacağım: "Sultanımız bir hükümdarın normal şartlar altında müdahalesinin hiçbir lüzumu olmadığı teferruata kadar karıştığı halde (Dönemi normal değil iç ve dış düşmanların devleti yıkmak için uğraştıkları bir devirdi), yargıya ve ilme asla müdahale etmemiştir. Bu gerçek Celal Bayar'ın hatıratında da geçmektedir. Rüşvet ve iltimas yargıda geçersizdi. Bir hâkim veya savcının rüşvet veya iltimasa bulaşması derhal meslekten çıkarılmakla sonuçlanırdı. Padişah, yargıç ve profesör tayin etmezdi. Mahkemeler bağımsız, yargıçlar hürdü. Dürüst ve bilgili idiler. Maaşları yüksekti. Dava sayısı çok azdı. Vatandaşlar, imparatorlukta her kavimden milyonla insan yaşadığı halde, birbiriyle davalı bir toplum oluşturmuyordu. Anlaşmazlıklar; aile, esnaf, mahalle arasında çözümlenirdi. Olur olmaz şey için yargıya gitmek ayıp sayılırdı. İşte bu hususlar Abdülhamid Han'ın dehasına ve yönetim anlayışına verilebilecek örneklerdendir." Yılmaz Öztuna Beyefendi’ye Hazret-i Allah'tan rahmetler niyaz ediyorum rabbimiz ülkemizde onun gibi kıymetli ilim adamlarının ve tarihçilerinin sayısını lütfu ile arttırsın inşallah.