Bir yakınımla sohbet anında, o günden beri beni düşündüren bir konuşmamızdan bende kalan sorular ve cevapları var. Şöyle diyordu:

"İnsanlar o kadar hızlı yaşıyor ki, bu hız gerçekleri görmelerine, detayları farketmelerine, sorunları ve çözümleri anlamalarına, huzuru ve mutluluğu yakalamalarına, bedenen ve ruhen dinlenmelerine, birbirlerine sevgiyle bakmalarına, Allah'ın bize verdiği nimetleri anlayıp şükretmelerine, O'na karşı kulluk görevlerini ifa etmelerine, kardeşçe bir arada yaşamalarına engel oluyor."

Evet, gerçekten de öyle hızlı yaşıyoruz ki, dünya bile bizim bu hızımızın yanında ağır kalıyor. Sanki acelemiz var, sanki sona yaklaşan, yaşanmamış, kazanılmamış, harcanmamış, okunmamış, yazılmamış, duyulmamış şeyler var yapılması gereken ve biz onları yapmaz isek eksik kalacak. 

Nefes nefese koşuyor, yaşamıyoruz, sadece bir şeylere, bir yerlere yetişme, yetiştirme sevdasında bitmeyen bir sevda ile devam ediyoruz daha bir hızla ve şevkle. Düşünmeye, tefekkür etmeye, iyi ile kötü arasındaki farkı anlamaya dahi fırsat bulamıyoruz. Dostlarımızla iki selamla bir kelam arasında haftalar geçtiğini fatketmeyecek kadar hızlı geçiyor zaman. 

Ya sonra! Keloğlan masallarındaki tekerlemeyi yaşıyoruz bir de bakıyoruz ki "bir arpa boyu yol gitmişiz". Sonra yola bakıp çok gittiğimiz yolu görüp, arpaya bakıp ulaştığımız yeri farkedip "bir dur kardeşim, nereye koşuyorsun" demeye kalmadan, ya koşuyoruz yeniden ya da koşturuluyoruz dinlenmeden.

Sanki yapılacak o kadar çok şey var ki, bir anlık duraksamaya tahammülümüzün olmadığı, bir anlık yavaşlamaya izin verilmeyen şu çok sevdiğimiz "dünya"nın dahi biz hayretle baktığı bir hızdayız.

Nereye gidiyoruz!? 

Kime ne yetiştiriyoruz!? 

Bu acele neden!? 

Birbirinin didikleyen, gagalayan kargalar misali. Sessizlikten dahi korkan bir ruh hali ile el çırparak, bağırarak, çağırarak, gürültü ve patırtı halimizle nereye koşuyoruz? Uykumuzda dahi bir keşmekeşin içindeyiz. Bir hengame, koşturmaca, gürültü, huzursuzluk. 

Nereye gidiyoruz? Acelemiz neden? 

Neden bir saatin içine bütün saatleri sıkıştırıyoruz. 

Bir an için durun. 

Kapatın gözlerinizi. 

Her şeyi bir tarafa atın ve sakinleşin. 

Değirmen taşının duruşundaki son inlemesinin duyuncaya kadar bekleyin. 

Dünyadaki her şeyin bir anda donduğunu durduğunu düşünün. 

Bir yere geç kalmadığınızı, bir şeyleri kaçırmadığınızı hayal edin. 

Dünya durmuş, evren durmuş. 

Fişi çekilmiş bir makina gibi bir an durun. 

Durabiliyorsanız durun, durdurun.

Durabiliyorsanız huzura durun.

10-15 dakika çok mu geldi? O zaman 5 dakika durun. Zor bir iş.. Ama bu zor işi yapabilen, bu yolculuğun hızını kesen, varlığımızın farkında vardığımız tek yer namaz hali. 

Acımasızca dönen zamanın "dur" düğmesine" basan "ezan"la birlikte, dünyanın temaşasına "sus" diyen bir cihaz "namaz".

İç sesimizin duyabildiğimiz, uzun bir yolculuktan gelen bir yolcu misali, hızın ve yolculuğun farkına vardığımız durak namaz.

Kendi kendimizi dinleyebildiğimiz, "nereye koşuyoruz?" sorusunu duyabildiğimiz sözlü zamanı namaz.

Kıyamında mahşerin, rükusundaacziyetin, secdesinde "hiçliğin", tahiyyatındaevrenin şehadetine şahitliğin yükseldiği, zamanı yaratan Allah ile sohbet hali, miraç namaz.

Koşan insanın terinin soğduğu tek mesken namaz. 

Ruhun, yaratanla hasret giderdiği halvet, nefsin elinin ayağının bağlandığı an namaz.

Gökyüzüne çıkıp, dünyanın dönüşünü, güneşin feveranını gördüğümüz yer namaz.

Zamanın kontrol altına alıp, freni boşanmış bir araç gibi rastgele yuvarlanmasını engelleyen bir fren namaz.

Davranışlarımızı, düşüncelerimizi, dilimizi, niyetlerimizi, yaptıklarımızı, yapacaklarımızı, helali, haramı, iyiyi kötüyü hesaba çektiğimiz mahkeme namaz.

Varlık nedenimizi hatırlatan, içimizde zaman zaman yaşadığımız hiçliği silip süpüren insan olarak bizi değerli olduğunuzu hatırlatan bir okul namaz.

“Elif” gibi dik “Vav” gibi mütevazı olmanın edebini ve yolunu öğreten akademik bir kürsü namaz.

Şehvetin ateşini söndüren, sadakati öğreten, gönlün gerçek sahibini hatırlatan bir üstat namaz.

Hızlı yaşıyoruz. O kadar hızlı yaşıyoruz ki bindiğimiz bir alametle yaklaşan kıyamete doğru umarsızca koşuyoruz.

Hızla giden bu alametin çarpacağı yere kadar da gideceği anlaşılan.

Şimdi ya bu hızla gider, geride bıraktığımız onlarca, yüzlerce kırıp döküleni toplamak zorunda kalırız, ya da şu hayatın dizginlerini elimize alır, nerede duracağını, nerede koşacağını, nerede kalkıp nerede oturacağını biz kontrol ederiz.

Üstad Necip Fazıl'ın bunca yazılanı özetlediği "Destan" şiirinden bir alıntı ile bitirelim...

===================================

Destan 

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

(1947)- Necip Fazıl Kısakürek

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar Nadir Yıldırım