Camilerde saf olurken sağımıza solumuza baktığımızda maalesef yüzde sekseninin yaşlı olduğunu görüyoruz. Hacca gidenlerimiz de aynı konudan muzdaripler. Dinimiz; adeta elden ayaktan çekilmişlerin, hiçbir şey yapamaz oldukları dönemde, mecburen yöneldikleri sığınacak liman haline getirilmiş. Gençler üzerinde ise her türlü oyunlar oynanıyor, bazen din, bazen de başka bahanelerle aldatılarak, kılıktan kılığa sokuluyor. Ortada çok büyük yanlışlığın olduğu kesin.
Şimdi de Peygamber efendimiz dönemine hızla bir göz atalım. İlk zamanlarda iman edenlerin tamamına yakını genç. Mesela 18 yaşındaki Erkam’ın evinde yani Darülerkam’da, kararlar alınıyor, eğitimler veriliyor ve burası adeta mektep gibi değerlendiriliyor. Peygamberimizin hocalık yaptığı bu mektebin, ilk altı aydaki talebelerinin sayısı yaklaşık kırk beş ve bu kırk beş kişinin yaş ortalaması yirmi beşle yirmi sekiz arasında. Hatta daha küçük olanlar da var. On yaşında olan Hz. Ali de talebelerin arasında. O Hz. Ali ki, çocuk diyebileceğimiz küçücükk yaşında, kendinden otuz yaş büyük Ebu Zer’i imana taşıyabilecek duruş sergileyebiliyor.
Cafer b. Ebi Talip, Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullah, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Abdurrahman bin Avf… hepsi yirmi yaşın altında. Hepsi de Peygamber efendimizin yetiştirdiği fetâ.
Dinimizi yaşamak için de, yaymak için de müthiş bir enerjiye ihtiyaç var ve bu enerji gençlerde mevcut. Ayrıca gençler, islamın güzelliklerini duyduklarında, uzun uzun düşünüp, tedbirli olmak, temkinli davranmak, karını zararını hesaplamak, çevre faktöründen çekinmek gibi kaygılara düşmüyorlar. İnandıkları anda aslan kesiliyorlar, canlarını ortaya koyuyorlar.
Sahabenin içerisinde bazı gençler, karakterleriyle ve yetenekleriyle öne çıkıyorlar. Mesela Enes bin Malik. On yaşında peygamber mektebine giriyor ve biz bugün dinimizi, onun bize naklettiği rivayetler üzerinden anlayabiliyoruz. Abisi Bera bin Malik var ki! Şehadet aşığı. O da çok genç ama öylesine bu davaya kendisini vermiş ki her an Allah'a “şehadet, şehadet” diye yalvaran bir genç.
Örnekleri sadece erkek sahabeler üzerinden seçersek yanılırız. Bir de feteyât dediğimiz hanım sahabiler var ki dava yolunda hepsi birbirinden cevval idiler. Mesela, daha gencecik yaşında, ilmî olarak çok ciddi çalışmalar yapan Hz. Aişe annemiz. Yine hanım sahabelerden, Efendimizin, kadınların sözcüsü olarak seçtiği, henüz 18 yaşındaki Esma binti Yezid, Peygamber evinin dışında, bize en fazla rivayet nakleden hanım sahabedir, 81 rivayeti vardır ki her biri bize, peygamber atmosferinin anlaşılmasında katkı sağlar. Evlatlarını, eşlerini şehadete yollayan sahabe annelerimizin her biri ayrı bir üsve.
Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için bir örnek daha vermekte fayda var. Akabe biatları sırasında; Peygamber Efendimiz, amcası Hz. Abbas ve Medine’den gelen grup, uzun uzun konuşuyorlar, henüz Hz. Abbas imanını açıklamamış. Gelen gruba bakıyor, Akabe'de Kur’an’da fetâ diye zikredilen yetmiş beş tane insan var ve hepsi kırk yaşının altında gençlerden oluşuyor. Dönüyor Peygamber Efendimize; "Yeğenim, sen bunlarla, dediklerini yapabileceğine emin misin?” diyor. Çünkü o güne kadar Hz. Abbas'ın ve o dönemin insanlarının zihin dünyalarında, büyük işler hep büyük insanlar tarafından yapılır düşüncesi hakim. Bu sebeple o günlerde Mekke yöneticilerinin toplandığı yer olan Daru’nnedve'de yer almak için, kırk yaşının üstünde olmak gerekir, bir iki istisna vardır kırkın altında. Kırk yaşın altındakiler, olgunlaşmamış olarak görülüyor. Amcasının şaşkınlığını görünce Peygamber efendimiz şu sözü söylüyor; “Amca, ben gençlerin yardımıyla nasiplendim.” Hakikaten de bu gençler, aldıkları mesajları dünyanın dört bir tarafına taşıyabilecek bir potansiyele sahip oluyorlar.
Biraz da Peygamberimizin eğitim metodunu gözden geçirelim. Yüce Resul, gençlerin dünyasını çok iyi bilen birisiydi. Henüz 17 yaşındayken peygamberimizin yanında olan Zeyd bin Sabit, onun emriyle İbraniceyi öğreniyor ve efendimizi hayranlıkla şöyle anlatıyor. “Biz Medine'nin delikanlıları, kendi aramızda dünyalık mevzuları konuşurken, peygamberin yaklaştığını gördüğümüzde hemen onu memnun edecek konulara geçerdik, ama bu durumu peygamber anlardı ve kendisi de sohbete dahil olarak mevzuyu bir önceki konuya getirirdi.” İşte böyle olduğu için peygamberimize ölümüne sevda ile bağlıydı sahabeler. Allah Resulü normal insan haliyle yaklaşıyordu gençlere. Onlarla bazen şakalaşıyor, okçuluk oynuyor, deve yarıştırıyordu. Bunları görerek yetişen İbni Abbas (ilim sahasında otorite), Allah Resulü’nden öğrendiklerini talebelerine uyguluyor. Örneğin onlara tefsir ve fıkıh konusunda bir takım bilgiler verdiğinde, ara sıra da "Hadi ruhlarımızı dinlendirelim.” diyor. “Ne yapalım?” diye soran talebelerine; “Şiir okuyalım, biraz eğlenelim, dinlenelim.” diyor. İbni Abbas'a bunu yaptıran peygamberimizin eğitim metoduydu.
Peygamber efendimiz gençleri böyle eğittikten sonra görevler vermeye başlıyor. Örneğin 17 yaşındaki Usame’yi ordunun başına komutan olarak görevlendiriyor. Bunu yaparken savaş konusunda uzman Halid bin Velid, Amr bin As gibi sahabeler de ordunun içerisindeler. Bu davranışıyla gençlere ne kadar büyük bir sorumluluk verdiğini gösteriyor. Mekke’nin fethinden sonra, birçok önemli kişi kendilerine yöneticilik verilmesini beklerken, 18 yaşındaki Attab ibni Esib’i vali olarak tayin etmesi de gençlere ne kadar çok güvendiğini gösteriyor. Sorumluluk veriyor ki içlerindeki heyecan ve coşku ortaya çıksın. Başkalarının yapamayacağı şeyleri yapabilsinler.
Böyle yetişti sahabeler. Her biri üsve-i haseneyi örnek alarak adeta birer üsve oldular. Yani en güzel örneğin en güzel örnekleri olmaya çalıştılar. Bu sayede efendimiz gençlere, bir sonraki nesillere, risalet davasının nasıl sürdürülebileceğine dair bir bilinç kazandırmış oldu. Savaşlarda sancak taşınacaksa gençlerin eline veriliyor, ordu kumandanları gençlerden oluşuyor, bir yerlere elçiler gönderilecekse gençler tercih ediliyor, bütün bunlar onların eliyle yapılıyordu. Mekke’deki kariyerini, ailesini bir kenara itip zorluklarla mücadele eden ve Medine’de tebliğ görevini üstlenen yakışıklı genç Mus’ab gibi o kadar çok genç vardı ki, her biri için ayrı kitap yazılabilir.
Özetle, Müslümanlık hepimizin olsa da, onu esas sahiplenmesi gerekenler gençlerimizdir. Onların islamı yaşamaları ve yaymaları çok önemlidir. Çünkü islam, hayatın tâ kendisidir. Her türlü harama bulaşması mümkün olduğu halde, imanından dolayı bütün günahlardan kaçan ve Allah rızası peşinde koşan gençleri düşünsenize. Birden hayallere daldınız değil mi? Çok acil gençlerimizi yetiştirmenin gayreti içerisine girmeliyiz.
İslamın fetâsını ve feteyâtını yetiştirirken, önderimiz Yüce Resul’ün yolunu takip etmeli ve metotlarını uygulamalıyız. Hem bizzat yaşayarak örnek olmalı hem de onları, adım adım sorumluluklar vererek topluma hazırlamalıyız. Bunları yaparken genç olduklarını unutmamalı, onlarla meşru dairelerde hoş vakitler geçirmeliyiz.