Olan oldu, artık biraz geriye çekilme ve esasta ne olduğunu, ne gibi dersler çıkarılması gerektiğini görme vakti geldi. Önde abilerin, ablaların, ders veren hocaların, sohbetçilerin, güler yüzlü fedakâr insanların göründüğü, arkada ise canilerin, katillerin, zalimlerin yer aldığı Fetö'nün, üst akıl denilen bir takım devletlerle işbirliği yaparak ülkemizi işgale kalkıştığına hep birlikte şahit olduk. Dünya ülkelerinden; bu kalkışmayı anında görenler ve yardım teklif edenler, on beş gün sonra görenler, hiç görmeyenler, kalkışmayı yapanlara acıyanlar, kalkışmanın başarısızlığına şaşıranlar vs. çıktı. Fetö'nün dinle alakasının olmadığı, işgal edilmek istenen ülkelere uygulanan, beyinleri uyuşturma projesi olduğu herkes tarafından anlaşıldı. Tövbekarların, pişmanlık duyanların, yanlış anlayanların feryadı-u figanları ortalığı inletti.
Her ne kadar işgal depremi başarısız da olsa, artçı depremler ülkeme zarar vermeye devam ediyor. Birden bire bütün alimlere, hocalara, tarikatlara, cemaatlere çok rahat saldıran birileri ortaya çıktı. Bunlar bildikleri yarım yuvarlak dini bilgiyle, mal bulmuş mağribi gibi saldırmaya, ağız dolusu konuşmaya, laiklik vurgusu yapmaya ve kendilerince ülkeyi İslami gruplardan kurtarmaya başladılar. Bunlar için bütün grupların özünde fetö'nün ruh hali vardı ve tehlikeliydi. Yüz yıllarca Osmanlıyı, Selçukluyu ayakta tutan manevi mimarlar ve yapılar, fetö bahanesiyle yok edilmeye çalışılıyordu. Bu konuları işlerlerken bekledikleri halk desteğini arkalarında göremeyince biraz geri çekilmek zorunda kaldılar.
Ancak ortada bir gerçek vardı, mevcut İslami grupların tamamı eski asaletini, safiliğini ve dokusunu korumuyordu. Kırk yıl, İslami grupmuş gibi çalışan Fetö; bu yapıların da şekil değiştirmesine, ticarileşmesine, siyasileşmesine, maddileşmesine ve bir kısmının tehdit unsuru haline gelmesine sebebiyet vermişti. Bu örgüt, çalışmalarında parayı, makamı, gücü merkezine almış, üst aklın istihbaratından destek görmüş ve maneviyatla, gönüllerle ilgilenmek yerine beyinleri uyuşturmakla ve emre hazır hale getirmekle uğraşmıştı. Dolayısıyla başarılı görünmeyi becermişti. Şimdi ise halkımız onların şebeke ve çete olduğunu unutuyor, yeni STK’ların onlar gibi çalışmasını bekliyordu.
Kırk yıl uzun bir süreydi ve bu sürede insanların bütün gruplara bakış açısı değişmişti. İnsanlar, girdikleri grupta çevre, makam, siyasi güç ve maddi destek arıyorlardı. Artık, manevi sohbetler, nefis terbiyeleri ve bir lokma bir hırka dönemi bitmiş, yerine iş, ihale, makam, kadrolaşma ve gizli hesapların gerçekleştiği toplantılar gelmişti. Özellikle Fetö; yetiştirdiği gençliğe, hedefe ulaşmada her yolun mubah olduğunu aşılıyor, zamanı geldiğinde kullanmak üzere hazırlık yapıyordu. Bundan etkilenen diğer grupların muhipleri de kendilerince yetiştirdikleri gençlere kadro ve istikbal arayışına düşüyorlar, esas görevlerini unutuyorlar ve fetö kadar becerikli olmasalar da kendilerince bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.
Öyle bir zaman gelmişti ki, fetö'nün eğitim sistemi, yurt dışındaki çalışmaları, kadrolaşmaları, dayanışmaları bütün gruplara örnek oluyor ve manevi dokular dönüşüme uğruyordu. Fetö; bir yandan güçleniyor, silahlanıyor, kadrolaşıyor, en kilit noktaları ele geçiriyor, diğer yandan da ülkedeki manevi yapıların bozulmasına, bakış açılarının değişmesine sebep oluyordu. Ticarete ve siyasete bulaşmayan, güçlenme ve çoğalma kaygısına düşmeyen grup, neredeyse kalmamış gibiydi.
Nitekim 17 Aralık sonrası Anadolu’ya yayılan köklü STK’lar, halkın kendilerinden beklentisinin manevi çalışmalar değil de, çevre, referans, güç gibi konular olduğunu görüyorlar ve şaşırıyorlardı. Yine aynı halk, yeni kurulan STK’lardan bağış, yardımlaşma konularında baskın olmalarını, gerekirse tehdit etmelerini bekliyor, bunların olmadığını görünce de hayal kırıklığına uğruyorlardı. Bağış, hizmet, vakıf, cemaat, sadaka gibi kelimelerin adeta kimyası bozulmuştu. Hizmet verenler de alanlar da güçle, sayı ile kadro ile makam ile çevre ile övünüyorlar, şov yapmaktan zevk alıyorlardı. Bunun örneklerini, iftarlarda, aşurelerde, kutlu doğumlarda görmek mümkündü. Bu organizasyonları yapan gruplar, davetlerine katılan siyasilerin, iş adamlarının ve diğer misafirlerin boy boy fotoğraflarını yayınlayarak, güç mesajı vermekten zevk alıyorlardı. Ayrıca manevi grup olduğunu iddia eden bu yapıların bir kısmı; namaz kılmak için camiye gitmiyor, cemaatini kendi binasında oluşturuyor ve diğer Müslümanlarla yaşaması gereken İslam kardeşliğini yaşamaktan mahrum kalıyordu. Örneğin, caminin hemen yanı başındaki bir gruba ait yurdun öğrencilerini hiç bir zaman camide göremiyorsak ve yurttaki mescitlerini bahane ediyorlarsa, ortada çok büyük hata ya da kasıt var demektir.
STK, tarikat ve cemaat anlayışımız bu hale gelirken hiç bir bağlantısı olmayan kişilerin de din anlayışı ritüellerden ibaret olmuştu. Din deyince mübarek geceler, teravihler, cuma namazları, hatimler anlaşılır olmuştu. Çocuğuna Kur'an okumayı öğreten ya da imam hatibe gönderen, görevini tamamlamış oluyor. İslam’ın hayat nizamı olduğu, sadece ibadet olmadığı gerçeği tamamıyla unutuluyordu.
Özetle, toplum olarak kimyamız normal değil. Doğruları ve o doğrulara nasıl ulaşılacağını hepimiz biliyoruz. Eğer olanlardan ders çıkarmaz ve kendimize çeki düzen vermez isek, daha çoook fetöler ortaya çıkar ve maddi manevi bizi sarsmaya devam eder. STK’lar, tarikatlar ve bütün gruplar, özlerine ve gerçek konumlarına dönsünler. Osmanlı'da ve Selçuklu’da olduğu gibi halkın gönüllerinin imarıyla, gençlerin eğitimiyle ve nefislerin ıslahıyla uğraşsınlar. Ticaretle, siyasetle oyalanmaktan vazgeçsinler ve hayırda yarışsınlar. Çalışmalarının merkezlerine camileri alsınlar ama bu cami lütfen kendi müştemilatları içerisinde olmasın.