İmamı Rabbani Ahmed Sirhindî Hazretlerinin geometriye dolayısıyla matematik ile fen bilimlerine ve bunların öğrenilmesine karşı olduğuyla ilgili bir söylem son yıllarda sosyal medyadaki klavye alimlerinin ifadelerinde ve bazı köşe yazarlarının kaleme aldıkları makalelerde sanki doğruymuş gibi ısrarla ifade edilmektedir.

İslam alimlerini evliyaları cahillermiş ya da bilime karşıymış gibi göstermek maalesef batı hayranı ezik tiplerin en büyük uğraşıdır ve üzülerek ifade etmek isterim ki yüce kitabımız da bulunan Hucurât Suresi 6. ayete yani "Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." kelam-ı ilahisine muhatap olduğu halde bu tür yalanlara inanan Müslümanlar bulunmaktadır. Kıymetli dostlar, bu kısa girişten sonra şimdi gelelim İmam-ı Rabbani Hazretlerine "bilime ve geometriye karşıydı" iftirasını atanların yalanlarını ortaya çıkarmaya. İmam-ı Rabbani Hazretleri bırakın geometriye ya da fen bilimlerine karşı olmayı aksine geometri ve fen bilimlerinin günümüzde ki akıl almaz ilerleyişiyle bu sayede yapılan keşiflerden dolayı baş döndürücü teknolojiyle yüz yüze kalışımızın perde arkasında ki görünmeyen mimarlarından biridir. Yazımı buraya kadar okuyan kıymetli dostlar, sizlerin "Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim. Atomun hakikatini, bölünebileceğini ve bu bölünmeden sonra ortaya çıkacak enerjinin yok edici ya da birleştirici (yeni madde, yeni şekil, yeni suret vs.) bir güç olacağını ifade eden  Cabir bin Hayyan Hazretlerinden sonra İmam-ı Rabbani Hazretleri de atomun aslında boşluktan oluştuğunu yani maddenin bu sebepten dolayı bir illüzyon olduğunu 1911’de fizikçi Ernest Rutherfort'tan asırlarca önce ifade etmiştir. Yirminci yüz yılın başlarına dek atom maddenin bölünmeyen en küçük parçası olarak bilinmekteydi. Gelişen teknoloji sebebiyle atomların da bölünebilirliği kanıtlandı ve atomun da birtakım parçacıklardan oluştuğu anlaşıldı. Şimdi meseleyi daha geniş izah edelim: Atomun çekirdeğini nötron ve proton, onun dış kabuğunu ise elektronlar oluşturmaktadır. Elektronlar, atomun çekirdeği etrafında bir saniyede 50 bin tur atarak hayali daireler oluşturup, atomlara hakikatte olmayan bir görüntü (suretler ve şekiller) kazandırırlar. En basit atom olan hidrojenin bir nötronu, bir protonu ve bir de elektronu bulunur. Atomun çekirdeğindeki protonların adetleri ise, elementleri oluşturur. Evrende maddeleri oluşturan 104 element tespit edilmiştir demir, altın vs. gibi. Atomun varlığını oluşturan nötron, proton ve elektronların kuvark denilen parçacıklardan oluştuğu da tespit edilmiştir. Kuvarklar da foton denilen enerji paketlerinden oluşmaktadırlar. Albert Enistein’ın kuantum teorisine göre bu parçacıklar da, enerjinin yoğunlaşmasından oluşmaktadır. “e=mc2” formülünün açılımı; madde= enerji, enerji=maddedir. İmam-ı Rabbani Efendimiz de işte günümüzden yaklaşık 500 yıl önce bu hususu; “Nokta-i Cevvale”(Mektubat-ı İmamı Rabbani 3. cilt 68. mektup) ifadesiyle açıklayarak açık bir keramet göstermişlerdir. Nokta-i Cevvale: Yanmakta olan bir meşale dairevi şekilde hızla döndürüldüğü zaman, boşlukta ışıktan hayali bir dairenin oluşumuna sebep olur. İmam Efendimizde atomların oluşumunu bu Nokta-i Cevvale’ye benzeterek tarif buyurmuşlardır. Hazret-i Pir Ahmed Sirhindî Efendimiz şu cümleler ile konuya devam etmiştir: “Allah bu âlemi his ve hayal (görüntü) mertebesinde yaratmıştır.” ifadeleri bu konuyu çok güzel açıklamaktadır. Cansız ve eylemsiz atomlar hücreye kadar etkisiz ve tepkisizdir. Bu atomlar toprak, taş, su, hava gibi nesneleri oluşturmaktadırlar. Eylemsiz, kör, sağır ve hissiz atomların belli sayılarda bir araya getirilmesi ile canlıların temel taşları moleküller, moleküllerden de hücre denilen canlıların en küçüğü yaratılır. Onlardan da canlı varlıkların organları var edilir. Bu cansız, kör, sağır ve hissiz atomlardan gören, işiten, duygulanan ve bilinçli bir insan oluşturulmaktadır. Atomun %99’unun boş olduğunu 1911’de Ernest Rutherfort bulana kadar göbeği çatlamıştı. O yıllarda bilim dünyası için çığır açıcı bu buluşu yukarıda ki satırlarda da ifade ettiğim üzere İmam-ı Rabbani Hazretlerinin o tarihten asırlar önce Kitab-ı Şerifte yazması, Hazret-i Pir Ahmed Sirhindî'nin tasavvufun yanında fen ilimlerinde de otorite olduğunu göstermektedir. İmam-ı Rabbani Hazretleri ise atomun büyük bir kısmının boş olduğunu, bir taşa bağlı olan ip çok hızlı döndürüldüğünde (tıpkı pervaneli uçakların pervanelerinin dönerken bir bütün daire olarak gözükmesi gibi) bir bütün gibi gözüktüğünü misal vererek de eserinde anlatmaktadır. Batı ise bu gerçeğe ancak 1900’lü yılların başında kuantum fiziği hususunda yapılan çalışmalarla ulaşabilmiştir. Şu anda kullandığımız atom tarifine tam uymasa da Rutherford atom modeli ortaya konduğu yıllarda büyük etki yaratmıştır. Bize modern atomun kapılarını açmakta da bir basamak olmuştur. Bu modelin kurulmasında yapılan çalışmaları anlarsak atomu daha iyi anlarız. Rutherford atom modeli, atomun klasik modeldir. Rutherford'un modeli kısaca bir atomun büyük ölçüde boşluktan meydana geldiğini, elektronların sabit ve pozitif yüklü bir çekirdeğin etrafında hareket ettiğini söyler. Bu modele göre elektronların hareket edeceği yerleri öngörülebilirdir. İmam-ı Rabbani Hazretleri gibi tasavvuf alimlerinin bunları bilmeyeceği mevzusuna şunu söyleyelim: Cabir bin Hayyan hazretleri tebe-i tabiinden olup, hocası peygamber efendimizin torunu, tasavvuf ilimlerinin mütehassısı ve kaynağı Cafer-i Sadık hazretleridir. Muteber kitaplarda deniyor ki: “Cafer-i Sadık hazretlerinin tasavvufta varisi oğlu Musa Kazım, fıkıhta varisi İmam-ı Azam olduğu gibi fen ilimlerinde ve bilhassa kimya ilminde varisi Cabir bin Hayyan oldu.” Buradan da anlaşılacağı üzere tarikatta silsilesi Cafer-i Sadık hazretlerinden gelen İmam-ı Rabbani Hazretleri gibi büyük zatların ilimleri, sadece tasavvuf bilgilerinde değil kimya, fizik ve biyoloji gibi fen ilimlerinde de deryalar kadar büyüktür. Zaten İslamiyet, bütün fen kollarında, ilim ve ahlak üzerinde, her çeşit çalışmayı önemle emretmektedir. Bunlara çalışmak, farz-ı kifayedir. Hatta bir İslam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp bu yüzden bir Müslüman zarar görürse, o şehrin idarecilerini İslamiyet sorumlu tutmaktadır. Evet, bu iftirayı yapanların Müslümanlıktan ya hiç haberi yok ya da kasıtlı davranıyorlar. Bilim dediğimiz fen ilimleri İslam alimleri tarafından, İslamî ilimlerin bir kolu sayılmaktadır. Büyük bir İslam âlimi olan İmam-ı Rabbani Efendimizin de ilmi öven yazıları zaten vardır ve çoktur. Değil bir âlim, sıradan bir Müslüman bile İslamî ilimlerin kolları olan fen ilimlerine yani Müslümanlığa aslında da sistemin (sünnettullah) ta kendisine karşı çıkmaz. Bazı yazarların alıntı yaptığı geometri meselesine gelecek olursak hazret bu konuda demiştir ki "Onların akla dayanan, düzgün ilimlerinden biri geometridir ki, ne dünya saadetine ne de ebedi kurtuluşa faidesi yoktur. Bir üçgenin üç iç açısının toplamı iki dik açıya (180 dereceye) eşittir demek ve bunu ispatlamak insanlığa ne kazandırır?" tercümesi yanlış olup sözün doğru tercümesi şöyledir: “İslam dünyasında İlahiyyun (ilahiyatçılar) ismiyle tanınan batı felsefecilerin tehlikeli maksat ve taleplerinin ispatı için, batıl (gerçeğe uymayan) şahit ve deliller uydurarak düzenledikleri fasit (bozuk) geometrinin hakikatte hiçbir anlamı ve faydası yoktur. (Pythagorasçıların) En önemli simgelerinden olan aynı zamanda evreni oluşturan boyutları da içeren eşkenar üçgen (Tetractkys) hakikatte hiçbir şey ifade etmez.” Mektûbu Şerif’in tamamı incelendiğinde İmam-ı Rabbani (k.s.) Hazretleri ilgili sözü “zındıkları, mülhitleri ve onlara tabi olanları ret” için söylemiştir. İlgili sözün mânası incelendiğinde ise İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretlerinin bu kelamı iddia edildiği gibi İslami ilimlerin akli ilimler sınıfından fen ilimleri sınıfında yer alan hendese (matematik) ilmi açısından değil nakli ilimler sınıfında yer alan kelâm ilmi yani ehlisünnet vel-cemaat itikadı açısından inkarcıları susturmak için söylediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sözün mutlak olarak geometri ilmi için değil felsefecilerin gerçeğe uymayan tehlikeli maksatlarını ispatlamak için batıl (gerçeğe uymayan) şahit ve deliller uydurarak düzenledikleri fasit (bozuk) geometri için söylendiği açıktır. Ayrıca Hazret-i Pir Ahmed Sirhindî'nin Mektubat-ı Şerif eserinde Tıp, Nücum (Astronomi) ilimleri ahlâkı güzelleştirmek için kullanılan ilimlerden olarak zikredilir, üstelikte ismi sayılan fen mevzuları şerefli (değerli) ilimlerdir. Bunların hepsi geçmiş peygamberlerin kitaplarında ki bahislerdir. Peygamberimize ve onlara salât-ü selâm olsun diye de eklemiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri mektubatında konunun devamında şunları kaleme almıştır: "Nitekim İmam-ı Gazali “El-Münkız Mine’d-Dalâl” adlı eserinde açıklamıştır ki delil ve kanıtlarında din mensuplarının ve peygamberlere tabi olanların -o peygamberlere salât-ü selâm olsun- hata etmesi hiç sorun değildir. Zira onların yaptıkları işlerin dayanağı, peygamberlere –salât ve selam olsun- tâbi olmak (uymak) üzeredir. Yüce amaçlarını ispatlama hususunda mecbur olmadıkları halde delil ve kanıt getirirler. Yoksa onlara peygamberleri taklit etmek yeterli gelir.  Her şey bir kenara geometri, deniz ve kara savaşları için fevkalade zorunlu idi. Geometri bilmeden geminin dümenini nereye kaç derece kıracaktınız, topunuzu hedefe nasıl yöneltecektiniz? Demek ki, geometri "faidesiz" değil, aksine zorunludur." Kıymetli dostlar, şimdi dev bir soru gündeme geliyor: Bilimlerin gelişmesini tasavvuf mu önlemiştir ya da tasavvuf ehli mi? Tabi ki yazımızda da ifade ettiğimiz üzere tasavvuf ya da gerçek tasavvuf ehli bilimsel gelişmelerin önünde bir engel değildir. Peki, olan nedir sorusunun cevabı ise cahillerin veya çıkarcıların suyu bulandırmasından başka bir şey değildir. Ahmed Sirhindî veya bilinen ismiyle İmam-ı Rabbani, 26 Mayıs 1564 tarihinde Serhend, Babür İmparatorluğu'nda dünyaya geldi. Hz. Ömer'in soyundan gelen İmam-ı Rabbani, önceleri babasından aldığı dini eğitimi sonraları Baki Billah gibi devrin önemli alim ve velileriyle devam ettirdi. 20'li yaşlarında Baki Billah'a intisap etti. Nakşibendî tarikatı mensubu olmasının yanında Kadiriye, Çeştiye gibi diğer tarikatlar arasında da saygın bir yeri ve icazetleri vardır. Ekber Şah'ın İslâm bozma ve yeni bir din oluşturma girişimlerine karşı mücadele veren İmam-ı Rabbani, Ekber Şah'ı sert bir dille eleştirdi. Din-i İlâhî adlı bu yeni oluşumun çok yaygınlaşmaması İmam-ı Rabbani'nin başarılarından kabul edilmiştir. İmam-ı Rabbani, halkı irşat etmeleri için onlarca mürşit yetiştirmiş, Hindistan'ın değişik bölgelerine göndererek tasavvufi tahsilin İlm-i Ledün’ün yaygınlaşmasını sağlamıştır. Ehl-i Sünnet inancıyla yaşayıp yeni kavramlarla tasavvuf ıstılahını genişletmiştir. Mektuplarında yaşadığı tecrübeleri anlatmasıyla sonraki sufilerin bir ıstılahı kaynağa sahip olmasını da sağlamıştır. İmam-ı Rabbani, Ehl-i Sünnet'in büyük bir kısmına göre ikinci bin yılın müceddidi ve müçtehidi kabul edilir. İslâm hükümleri ile tasavvufu birleştirmesinden dolayı bu isimle de anılmaktadır. Eserlerinde iman ve Kur'an ahlâkı anlatılmakta, Allah'ın varlığını, birliğini, sıfatlarını, ihlası, ruhu, şeytanla ve nefisle olan cihadı ve Allah'a samimi olarak nasıl yakınlaşılabilineceği, peygamberlere ve dört halifeye uymaya çalışmanın gerekliliğini anlatan, tasavvufun asla şeriattan gayrı olamayacağını vurgulayan İmam-ı Rabbani, 63 yaşında irtihal etmiştir. Bazı Eserleri ise şunlardır: Mektûbât-ı Rabbani, Redd-i Revâfıd, İsbâtün-Nübüvve: Peygamberlik nedir?, Mebde' ve Me'âd, Âdâb-ül-Mürîdîn, Ta'lîkât-ül-Avârif, Risâle-i Tehlîliyye, Şerh-i Rubâ'ıyyât-ı Abd-il-Bâkî, Meârif-i Ledünniye, Mükâşefât-ı Gaybiyye, Cezbe ve Sülûk Risâlesi