“Maraşlı olmak edepli olmaktır” İfadesi, edebiyatın şehrinde eğitim gören bir insanda aranan en temel karakterin de “edep” olması gerektiğine dair yol gösteren bir sabitliktir. Eğitim insana davranışları aşarak “kimlik” kazandırmalıdır. İnsan davranışlarında zaman zaman hata yapabilir ancak bu, alışkanlık haline gelip onunla anılmaya başlandığında artık o “kimlik” olur. Bu nedenle davranışlarla kimliğin ayrımını iyi yapmak gerekir.
Bir toplumun anlayabilmenin, kültürel kodlarını kavrayabilmenin en kestirme yolu önce inanç kodlarını anlamaktır. Kültürel kodlarımız bizim davranış kodlarımızdır. Hayata bakışımızı, sosyolojik olarak toplumsal yapının temel kurumlarıyla olan ilişkimizi bu kodlarla anlamlandırırız. Bu durum da o toplumu yönlendiren inanç kodlarını tanımayı zorunlu kılar. Eğer siyasal sistem ya da eğitim sistemi, toplumun inanç kodlarını ve dolayısıyla kültürel kodları anlatmaktan ve anlamaktan uzaksa ise bu sistemin çıktısı olan insanları da yaşadıkları toplumu anlamlandırması beklenemez.
Eğitim yabancılaşmanın değil hayatı ve toplumu, dünyayı ve evreni anlamaya, idrak etmeye yol açan anahtarla donatılmalıdır.
Kitaplar bize, olması gerekeni anlatır. İdeal olan şeyleri betimler. Oysa hayat dinamiktir. Değişkendir. Yüzme yarışmasına katılan çocuğun yüzmeye dair her şeyi okumuş olması onu boğulmaktan kurtarmaz. Dolayısıyla eğitim sistemi, olabildiğince bize hayatı anlatan, dinamik hayata hazırlayan bir sisteme yaklaşması gerekir. Ayrıca okuduklarınızın peşinden gitmek yerine, okuduklarınızı yaşadıklarınıza anlamaya çalışmak için bir kaynak ve hafıza haline getirmek de bu sistemin öğretilerinden biri olmalıdır”
Artık toplumsal alanda yeni şeyler oluyor. Yeni ilişki biçimleri, yeni toplumsal katmanlar, yeni üretim biçimleri oluyor. Teknolojik gelişmelerin ortaya çıkaracağı yeni şeyler oluyor ve olacak.
Eğitim sisteminde atladığımız bir durum var ki; biz büyürken zihnimiz, coğrafi olarak şekillendi. Bizim için yakın ve uzak vardı. Şimdi ise zihinler, fiziki coğrafyaya göre şekillenmiyor; sanal bir coğrafyaya göre şekilleniyor. Artık gençler için yakın ve uzak yok, her şey bir “tık” mesafesinde. Gençler için ara süreç yok.
Oysa bizim eğitim sürecimizde bir ara süreç vardı ki biz, karşılaştığımız her şey için bir anlam üretmek zorundaydık. Bir eşya ile ilişki kurarken eşyaya bir sürü anlam yüklerdik. Bir insanla tanıştığımızda da böyleydi. O yüzden edebiyatın bir anlamı vardı. Çünkü edebiyat anlam üretmekle ilgilidir; dünyaya ve insana dair anlam üretme sürecidir. Eğitim sistemi de anlam üretmeli, anlam üretme mekanizması olmalıdır. Oysa İnsanlar artık sadece yaşıyorlar ve tüketiyorlar. Ne yazık ki anlam üretmek, anlamsız kaldı.
Anlamlandıramadığınız kavramlar kirlenmeye açık kavramlardır. Zira kirlenmenin daha çok anlamlandırılmamış kavramlar üzerinde olduğunu görüyoruz. Bir kavram ne kadar az anlamlandırılmış ise saf kalma gücü de o denli zayıftır.
Devam edecek...
Mahir Ünal’la Dünyaya Bakış (III)
Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar Nadir Yıldırım