Bugün asimetrik savaşları vekalet ve vesayet savaşlarını 4. nesil savaş tekniğini DEAŞ’ı PKK’yı Fetö’yü tartışıyoruz. Devletler veya milletler arası mücadelede orduların yerine onlara vekaleten savaşan örgütlerin varlığından bahsediyoruz ve bunu bugünlerde başlamış bir taktik veya teknik olarak algılıyoruz. Halbuki bundan yüz sene önce de benzer yöntemler gizemli örgütler kurulmuş kullanılmış ve netice alınmış. Burada onlardan birini anlatacağız İttihat Terakki Cemiyeti.
Bu cemiyeti tam olarak çözümleyebilirsek düşmanın bizi içeriden vurmak için başvurduğu yöntemlerin neler olduğunu tam olarak anlayabileceğiz.
Cemiyet bugünkü Fetö yapılanması ile büyük benzerlik gösteriyor. Tam olarak çözülmesi imkansız olarak görülüyor. İttihat Terakki örneğinde cemiyetin yıllarca genel sekreterliğini yapmış Ali Fethi Okyar’ın tarifiyle söyleyelim; “Cemiyette Masonluk, komitacılık, milliyetçilik, ümmetçilik, batıcılık her şey vardı” İlave edelim siyonizmin emrindeki tüm örgütler, bilhassa Sebatayistler, İngiliz ve Alman istihbaratı, Opus Dei ve Karbonari gibi örgütlenme tekniklerinin hepsi vardı. İçinde olanlar bile örgütün yapısına pek malik değillerdi.
Bu tür örgütlerde en önemli unsur kutsal bir gaye edinmek, yüksek bir motivasyon sahibi olmaktır. Bunu sağlarsanız mensuplarınızı her emri yerine getirmeye kolayca ikna edersiniz. Günümüzdeki Deaş ve PKK gibi örgütlerde de bu yüksek gaye ve adanmışlık ruhu mutlaka işlenmektedir. Bu sağlandığında ölüme dahi kolayca sevk etmek mümkün olmaktadır.
İttihat Terakki cemiyetine girerken edilen yemin bu konuda ipucu veriyor.
“Dinim vicdanım namusum üzerine yemin ederim ki esas maksadı kanun-ı esasinin tam tatbiki ile milletin meşru hürriyetinin cins ve mezhep farkı olmaksızın bütün Osmanlıların birleşmesi ve yükselmesine bu andan itibaren dahil oldum. Milletin ve memleketin sine çalışmak olan Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti yükselme ve saadetini her şeye, hatta canıma tercih eylediğimi tekrar dinim ve namusum üzerine yemin ederim. Bu mukaddes maksat uğruna zulüm ve istibdad pençesine düşerek en ağır işkencelere uğrasam da gayemden ayrılmayacağıma ve verilecek sırları muhafaza edeceğime cemiyetin vereceği vazifeleri yerine getirmekte tereddüt etmeyeceğime ve kanun-u esasiye ölünceye kadar sadık kalacağıma tekrar dinim ve namusum üzerine yemin ederim. Şayet, namusum üzerine söz verdiğim halde hıyanet edecek olursam alçaklık edenleri nerede bulunursa bulunsun takip edecek cemiyet zabıtasının yerine getireceği idam cezasına karşı şimdiden kanımı helal ederim, Vallah, Billah…”
Böyle bir yeminle örgüte dahil olan daha yakayı kurtaramıyordu. Örgütlenme şekline geçmeden önce bu yüksek gaye ve motivasyonu besleyen ana kaynağı tarif edelim.
Çok tehlikeli, hain, zalim, müstebit bir devlet başkanı olmalı, halka ve aydınlara sürekli zulmetmeli, devletin başına bela olmalı ve onun yüzünden başımıza sürekli felaketler gelmiş olmalı. Bu zalim ve hainden kurtulursak hem devleti hem milleti kurtarmış olacağız. Baskı ve tahakküme son verip insanlara hürriyet getireceğiz. Bu zalimin zulmü yüzünden vücut bulamayan adaleti kaim kılacağız, insanca kardeşçe eşitçe bir yaşam sağlayacağız.
Tahmin edeceğiniz gibi yukarda tarif ettiğim kişi II. Abdulhamid idi. Bu sayılan vasıfların varlığını kabul ettirmek ve bu yönde insanları etkilemek için öyle bir algı operasyonu yapıldı ki bu dalgaya kendisini kaptırmayan kalmadı. İlk padişahlık yıllarında dindar kişiliği, ittihad-ı İslam siyaseti yüzünden halkın büyük sempatisine mazhar olan II. Addulhamid bu algı operasyonlarının etkisiyle son zamanlarında bu sempatiyi de kaybetti. Haliyle tahttan indirildiğinde pek üzülen olmadı.
Bu algı operasyonları herkesi etkisi altına almıştı. Sözünü ettiğimiz dönemde Pozitivizm çok baskın olduğu için dindar insan sayısı azdı. Hele İslamiyeti politik alanda savunanların sayısı daha da sınırlıydı. II. Abdulhamid ve Mehmet Akif Ersoy bu alanda verilebilecek nadir örneklerden biriydi. Böyle olmasına rağmen dışarıya resmedilen Abdulhamid figürü öyle bir nefret uyandırmıştı ki işte Mehmet Akif’in ona yazdığı şiir.
Çoktan beridir vardı benim bir derdim:
Gideyim, zâlimi ikâz edeyim, isterdim.
O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mani’ ne?
Giderim ben, diyerek, vardım onun cami’ine.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid.¹
Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;
O silahşörler, o al fesli herifler sayısız.
Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:
Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!
Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,
Dedim ki: “Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?
Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek.
Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören; ne eden;
Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.
Değil mi saklanıyorsu, demek ki: Korkudasın;
Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın.
Değil mi korkudasın var kabâhatin mutlak!”
Buna benzeyen pek çok şiiri var Akif’in.
Algıya yenik düşen aklı iptal olduğu için sağlıklı ve
rasyonel düşünme yetisini kaybediyordu. Misalen kendi döneminde yüzüne karşı yapılan bu hakaretlere karşı Padişah bir soruşturma bile açtırmamıştı.
………
1905 yılında Padişah II. Abdülhamit’e Ermeni komitacılar tarafından bir suikast düzenlenmiş Padişah saldırıdan kıl payı kurtulurken 26 kişi ölmüş 58 kişi de yaralanmıştı. Suikastı Belçikalı terörist Edward Jorris gerçekleştirmişti. Jorris yakalandı. Önce idama mahkum edildi. Sonra Padişah tarafından cezası müebbet hapse çevrildi. Daha sonra da af ile salıverildi.
Bu olay hakkında Tevfik Fikret “Kurdun damını ey şanlı avcı / heyhat ki heyhat vuramadın” şiirini yazdı ve hakkında her hangi bir soruşturma açılmadı.
Hakkında bu kadar karalama yapılan, karikatürler çizilen zalim müstebit eli kanlı uğursuz baykuş denilen adamın 33 yıllık iktidarında padişah fermanı ile bir kişi idam edilmiştir. O da anne ve babasını öldüren bir katildir. Onun dışındaki bütün idam kararlarını sürgüne çevirmiştir.
Burada Mithat Paşa ve arkadaşları istisnadır. Onların Abdulaziz katlinden dolayı Yıldız Mahkemesi tarafından aldıkları idam cezası Taif’e sürgüne çevrilmiş ancak orada İngiliz istihbaratının onlarla temas kurduğu ve Padişaha karşı plan yaptığı haber alınınca idamına karar verilmişti.
İttihat Terakki cemiyetine üye olanların skalası o kadar değişik ve dağınıktı ki ucunu bucağını bulmanız imkansızdı.
Masonluk en belirgin tutkal idi. Kazım Karabekir Paşa yıllarca bu cemiyetin genel sekreterliğini yapmış, cemiyet hakkında adeta günlük tutup kitabını yazmış ama mahiyetinin ne olduğunu o da tam anlayamamış. Yalnız masonluk konusu hayli dikkatini çekmiş. İşte sözleri:
“1910'da Arnavutluk'taki ihtilâlin bastırılmasında ben de görevliydim. Karşılaştığım Alman gazetecilerin, "Türkiye'de mason olmayana hayat hakkı verilmiyormuş, bütün zabitler[subaylar] Mason olmuş." diye endişeli sualler sorduklarına şahit oldum.”
Yüz yıl önce kurulan örgütleri bunların orduya ve temel kurumlara sızmasını, masonluğun bu olaylardaki işlevini iyi tahlil ettiğimiz zaman bundan sonra maruz kalacağımız tehditlere karşı daha rahat tedbirler alma imkanı buluruz.
Maraş Pusula Haber - maraspusula.com / Yazar,