Temmuz ayı, bütün sıcaklığına rağmen ruh dünyamda soğuk fırtınalarıyla bilinir. 2016 da bıraktığı yara izini tedavi etmeden, bir yara daha açıldı ve aile boyu sarsıldık. Rabbim, geçen yıl yaşadığımız acıları bir daha yaşatmasın. Babamızın vefatının sancısı bizi ve çevremizi mahzun eder. Ancak diğer acı, vatanımı, milletimi, islamalemini, bayrağımı ve ezanımı mahzun eder. Vatan olmadan, baba, anne, bacı, kardeş, dayı, amca, komşu vs. asla olmaz.

Ölüm hakikatini bir kez daha yaşadık. Öyle bir yaşadık ki en küçüğü 46 yaşında olan evlatlar bile babasız kalmanın hüznünü iliklerinde hissettiler. Son on yılda çocuk gibiydi babam. Aksakalıyla, nur yüzüyle sadece etrafını seyrederdi, zaman zaman güler, zaman zaman da ciddileşirdi. Ama bunları niçin yaptığını; kendisi de çevresindekiler de tam olarak bilemezdi. Beyin damarı tıkandığından ve beynindeki mevcut tümörden dolayı konuşma ve algılama becerilerini kaybetmişti. Ayrıca yirmi yıldır çektiği şeker hastalığı bütün vücuduna zarar vermişti. Nitekim kalp kapakçığının işleyemez hale gelmesi, böbrek yetmezliği gibi sebepler Azrail (as) ı unutmamıza yetmişti. Vefat etmeseydi, sağ bacağını boydan boya keseceklerdi. Rabbim, her şeyin en iyisini bilendir.

Vefat ettiğinde yetmiş sekiz yaşındaydı babam. İlkokul mezunuydu. Hayata sıfırdan başlamıştı. Daha sekiz-dokuz yaşlarındayken Topçalı köyünden, babası Mehmet Ali Çavuş’tan izin dahi almadan şehre kaçmıştı. Bunun sebebi; tarlada saban sürerken hayvan bulunamadığı için çocuk bedeniyle sabanı çekmek zorunda kalmasıydı. Orada ağlayarak Allah’tan kendisini bu sıkıntılardan kurtarmasını istemişti. Şehre geldiğinde bir müddet kalaycılık, dokumacılık, tezgahtarlık yapar. Çok genç olmasına rağmen hayatı disiplinlidir. Çünkü dedem M.Ali çavuş, kendi çocuklarına ve köyün çocuklarına Kur’an okumayı, namazı, abdesti ve islamın diğer kurallarını öğreten bir insandır. Gençlik hevesiyle ve sesi de güzel olduğu için TRT radyosunca açılan yarışmalarda başarılı olur ancak oğlunun neler yaptığını merak için şehre gelen dedem tarafından sazı kırılır. Köye bir daha dönmeye niyeti yoktur. Bu sebeple köye giden bütün yolları kapatmak için Devecili mahallesinden rahmetli Durmuş Adanalı’nın tek kızı olan annemle evlenir. İki ya da üç çocuğu olduktan sonra askere gider. Dönüşte Sümerbank fabrikasında işe başlar ve oradan emekli olur. Bu sırada oğlundan ümidini kesen rahmetli dedem, çocuk okutmaya şehirde devam eder. Şimdi; dedem, annem ve babam şeyhadilmezarlğında ebedî istirahate çekilmiş durumdalar. Rabbim rahmetini üzerlerinden eksik etmesin.

Rahmetli annem, çocuklardan birinin isminin “Durmuş” olmasını ister ancak babam bu tür isimlere ilgisizdir, annemi de üzmek istemez ve gülerek der ki; “Hatun, dediğini yaptım, hepimizin babası olan Adem ismini koydum. “ Gerçekten de babamın ahir ömrü, “baba” diye hitap ettiği kardeşim Adem’in yanında geçer.

Bizler evlatları olarak, beş vakit namaz, teheccüt başta olmak üzere diğer nafile namazlar, oruç konusundaki titizliğine şahit olduk. Her gece saat üç deyince uyanırdı. En yakın dostları; seccadesi, elindeki doksan dokuzluk tesbihi ve üzerinde Kur’an bulunan sehpa idi. Çocukluğumuzda anneme peygamberimizin hayatını okurken bizlerin de dinlediğimizi çok iyi hatırlıyorum. Hayatında hiçbir zaman krediyle, faizle tanışmamıştı ve hiç kimseye borcu yoktu. Evde sekiz çocuk birden olduğu ve geçimin zorlaştığı günlerde birkaç esnaf arkadaşına borçlanırdı ancak güzel yazısıyla cebinde taşıdığı defterine onları yazardı ve hemen hemen her gün açıp bakardı. Bu sebeple aylığını almayı heyecanla bekler ve borcunu ödediği kişilerin üzerine tebessüm ederek çizgi çekerdi.

Vesselam bir çınardı o. Merhamet numunesiydi. Çok sevdiği kedisi öldüğünde ilk defa ağladığına şahit olmuştuk. Sert görünümünün altında yumuşacık bir kalp taşırdı. Beni İmam Hatip Lisesine kayıt yaptırdığında, karşılaştığı dostlarına gururla benden bahsederdi. Bir defasında işyerindeki amirlerine ve mühendislerine beni tanıştırmak için götürmüştü. Tanışma sahnelerinde yüzündeki onur taşıyan ifadeyi hiçbir zaman unutmam mümkün değil.

Velhasılı kelam bizlerin kaybettiği sadece yaşlı bir baba değildi. Babasını kaybeden bütün evlatlar gibi şemsiyemizi, yüreğimizi, dayanağımızı, toparlayıcımızı, serinleticimizi ve moralimizi kaybettik. Onun boşluğunu hiçbir şeyin dolduramayacağını çok iyi biliyoruz. Ancak dostlarımız bu zor günümüzde, ilk dakikalardan itibaren yanımızda yer alarak, acımızı dindirmeye çalıştılar. Her makamdan, her görüşten kardeşlerimiz bölük bölük geliyorlar, Fatihalar okuyorlar, hatimler indiriyorlar, dualar ediyorlardı. İnsanlık ve kardeşlik her şeyin önüne geçmişti. Üç günün sonunda, taziyenin bittiği gece saat 23 00 de evimize kadar gelerek taziyede bulunan sayın İmran Kılıç, yola çıkacağı için mezarlıkta bizi bekleyen sayın Celaleddin Güvenç, telefonla uzun uzun teselli veren Manisa valisi sayın Mustafa Hakan Güvençerunutamayacağım güzel örnekler oldu. Telefonlar, mesajlar bitmek bilmedi. İsimleri saymak mümkün değil, siyasetten, STK lardan, iş dünyasından, kurumlardan, mahalleden o kadar çok gelenler, arayanlar oldu ki, her biri ayrı ayrı yüreğimizi serinletti. Çok uzun yıllar görüşemediğimiz dostlarımızı gördük. Taziyenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. Dostlarımla beni buluşturan ve rahatlatan dinimi çok seviyorum.

Dostlarım, gönlümdeki listenin en başından en sonuna varıncaya kadar hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız. Anında bir olacağımızı, birlik olacağımızı bize hissettiren Allah’a hamdolsun. Yüce Yaratan, güzellikler için toplanıp dağılmamızı nasip etsin. Bütün dostlarımın geçmişlerine dua ediyor, dua bekliyorum. Allah’a emanet olun.

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar, Mehmet Ali Öztürk