"Aşk davaya benzer, cefa çekmek ise şahide
Şahidin olmadan davayı kazanamazsın."
Böyle söylüyor aşıkların piri Mevlana. Aşkı davaya, acıyı, cefayı ise şahide benzetiyor.
'Acaba kaç tebessüm yok oldu yüzümde?' diye düşündürüyor bu sözler bana. Kaç ışık söndü gözlerimde? Kaç sevda henüz dirilmeden can verdi hücrelerimde? Senden sonra hiçbir sevda hücresi dirilmedi yüreğimde.
Kaç sofradan kalktım biliyor musun karşımda sen yoksun diye? Ve kaç fincan kahve dudaklarına değmediği için masada kaldı öylece? Biliyor musun? Kaç yaprak eksildi duvarımdaki takvimden? Ve biliyor musun kaç yıl geçti; beynimde seni, sırtımda sevgini taşıyarak? Her kambur taşınmıyor ama sevda kamburu yük gelmiyormuş insana. Sırtıma sevdanı yüklediğinde anladım.
Dayanamadım çoğu zaman. Yoruldum. Şehirler aştım senden kaçmak için; denizleri, okyanusları geçtim. Ama gel gör ki o denizin suyunda değil de renginde boğuldum. Bir bakışın alabora etti içimdeki bütün sevda teknelerini. Yerle yeksan oldu her şey. Yüreğimde senden gayrı her şey yerle yeksan şimdi.
Evet aşk davaya benzer. Ancak bu dava benzemez öyle her davaya. Bu dava başka dava. Acı olmazsa, aşkın yok olduğu doğrudur. Acıyla can bulur aşk. Acımasızca beslenir acıyla. Sadece ateş yanınca yaşayabilen canlılar var ya? Aynen onlar gibi acıyla yaşar. Fakat şahidin ne kadar çok olursa olsun 'Aşk Davası'nı kazanamıyorsun maalesef. Hatta şahidin arttıkça davayı kazanma şansın da o kadar azalıyor.
Ne Yusuf kurtuldu bu davadan ne Züleyha. Ne Leyla kurtuldu ne de Kays. Ne Kerem vazgeçti Kerem olmaktan, ne de Şirin yâr olabildiği sevdiğine. Kurtulan yok, kazanan yok, beraat eden yok. Nereye kadar gidileceği belli olmayan bir müebbet var sadece. Öyle bir müebbet ki, ahirete uzanan bir mahkumiyet. Çünkü aşkın en basit hali bile ilahîye dokunur. Çünkü O (cc) kainatı 'Aşk' üzere yaratmış ve aşk ile yoğurmuştur.
"Ey Habibim!" demiştir. "Ey Habibim!"
"Sevgili!" diye çağırmıştır Hz. Muhammed'i (sav). Kainatı onun sebebiyle yaratmıştır.
Aşk üzere kurulmuş bir dünyadan, daha doğrusu aşk mapushanesinden beraatı beklemek ahmaklıktır. Cehalettir. Kendini bilmezliktir. Yaşayacaksın öyle denizlerin suyundan kurtulup ama renginde boğularak. Boğularak ama can veremeyerek. Ve ne zamana kadar, nereye kadar can çekişeceğini asla bilemeyerek.
davaya karışmışsan bir kere çaresizce beklersin idamını. Kalemin kırılması için dua ederek beklersin ölümünü. Ama o bir türlü çalmaz kapını. Gelip de tutup kollarından yâre götürmez seni. Halbuki bir gelse... Ahh bir gelse... Mevlana misali 'Şeb-i Aruz' diye haykıracaksın yerlere ve göklere. Düğün günü ilan edeceksin ölüm diye gelen o neşveyi.
Beklersin.. Beklersin.. Ama gelmez.
Ve sen bir gün idam fermanı için kırılmayan o kalemi alırsın eline... Sevdaya mahkum edilmiş, aşkın demir parmaklıkları arkasından şunları karalarsın kendi kendine... Şeb-i Aruz'u hayal ederek beyazlar içinde...
Kalp çalmak suçundan
Ağırlaştırılmış sevdaya çarptırıldım
Savunma istediler
‘Can evimden vurdu’ dedim
‘Hangi silahla?’ dediler
Gözlerini gösterdim
‘Nefsi müdafaa yok’ dediler
‘Kurtuluşum yok mu?’ dedim
‘Temyiz yolu kapalı’ dediler
‘Neden?’ dedim
‘Unutma’ dediler
‘Sevdadan yargılananlar
Bu davadan kurtulamazlar’