Mahir Ünal bir eline küçük bir kitap aldı, diğer eline Bahaadin Karakoç’un şiir kitabını, dedi ki; “şu eserdir şu da üründür”. Şimdilerde ortalıkta şairden yazardan geçilmiyor ama siz adınızın önüne ne yazarsanız yazın insanlar sizi eserinizle tartıyor…
Efendim 2007 yılında bir ders kitabı yazmıştım. O zaman Nafi Baytorun rektördü. Benim adımla yazılmış bir kitabı kabul etmeyeceği belliydi. Birisi araya girdi. Kitabı benim adımla basalım beni reddetmezler dedi. Mecburen tamam dedik. Onun adıyla bastık. İlk sene ve sonraki sene adam sözünde durdu, sonra çark etti. Kitabı kaptırdık. Belki 10 baskı yaptı ve onlarca üniversitede okutuluyor ama o adamın adıyla.
       2008 de Şubat 1920 kitabımı yazdım. Kitap Maraş’ın kurtuluşuna dair verilmesi gerekenleri detaylara boğmadan anlatan bir kitaptı. Okuyan herkesin istisnasız söylediği cümle şuydu; “Bu kitap her Maraşlının evinde olması gereken bir eser, hatta herkesin evinde olmalı”
       Aslında Maraş’ın kurtuluşunu tümüyle anlatan kitap sayısı fazla değildir. Bu kitabın özellikle mülki idare tarafından destek görmesi gerekiyordu ama gidip de kimseye bunu söyleyecek halimiz yoktu. Eseri benim tanıtmam doğru olmazdı, eser kendisini tanıtmalıydı.
       Öyle oldu. Yazar Mustafa Önyurt kitabı okumuş çok beğenmiş ve doğruca Vali Bey’e çıkıp bu kitabın valilik tarafından basılmasını talep etmiş. Böylece özel idare marifeti ile ikinci baskıyı valilik yaptı.
Bu arada Belediyelere de kitabı götürmüşler ve her birinden çeşitli nasihatler alıp dönmüşler. Hele birisi enteresan bir laf etmiş. Demiş ki “Bu işler öyle kolay mı? Hele hocam bir gelsin Sayın Başkanla bir tanışsın bakalım”
Yani benim gidip el etek öpmemi beklemiş.
        Bu kitabı basmamak için bin dereden su getirenlerin bastırıp dağıttığı kitapları gördükçe saç baş yolasınız geliyor ama ne çare.
       Maalesef bu işin cılkı çıkmış durumda. Buna bir disiplin getirmek şart. Yöneticilerin eserin muhtevası hakkında malumat sahibi olmaması normaldir ama basın yayın veya kültür işlerine bakanlar bu işlerden anlayan kimselerden oluşmalı. Bir kuruluş bastırdığı bir eseri saklamaya veya gözden uzak tutmaya değil, tam tersine gururla sunmaya bakmalı. Ortaya çıkardığı eserle iftihar etmeli.
       Araya adam koyup belediyelere kitap satmak bazıları için geçim kapısı olmuş belli ki. Bu alınan veya basılan kitapların çoğu da insan içine çıkacak yüzü olmadığı için alınıp ya imha ediliyor ya da depolara atılıyor.
Geçenlerde elime bir kitap geçti. X belediyesi satın almış. Ve benim kitabı olduğu gibi kopyalayıp yapıştırmış adam. Hayretler içinde kaldım. Bir araştırdım ki pek çok ilçe belediyesine benden çaldığı kitabı pazarlamış.
Bu belediyelerin kültür veya basın işlerine bakanlar ne iş yapar? Bu adam bu kitabı getirmiş ama ehliyeti nedir, liyakati var mı diye sormaz mı? Adam lise mezunu tarih kitabı yazmış? İnsan şüphelenir araştırır. Bakalım telif mi çalıntı mı? Sen yıllarını ver dirseğini çürüt eser ortaya koy sonra hırsızın biri gitsin araya birilerini soksun ve emeğini çalıp köşe olsun.
İşin en tuhaf yanı şu. Eser sahibi varsa bin dereden su getirip suyu yokuşa sürenler bu eseri çalıp götüren ile iş tutuyor! Burada gariplikten öte bir durum var.
       Utanarak ve üzülerek şunu gördüm. Bu memlekette eser sahibi, izzet sahibi olmak gerekmiyormuş, iyi bir pazarlamacı olmalı ve sağlam bir aracı bulmalıymış. Bazı yerlere de bir vekilimiz aracı olmuş. Ve bu kalpazandan binlerce kitabı satın almışlar.
       Hepsini bizzat tanıdığım ve seçilmeleri için gece gündüz çaba harcadığım sayın başkanların bu olaydan haberlerinin olmadığından eminim. Ama alt kademelerde kim ne pişiriyor bilmeleri gerekiyor.
Tabii ki biz bu olayın hukuken peşine düştük. Bu süreç başlayınca da memlekette ne kadar çok dostumuz varmış öğrenmiş olduk. Davadan vazgeçelim, üstüne düşmeyelim diye arayan arayana. Bu arayanlar ev sahibine karşı hırsızı korumaya çalıştıklarının farkında da değil.
       Bize teselli veren 12 Şubat Belediyesinin kitabımızla ilgilenip epeyce bastırıp dağıtması oldu. Buradan kitabıma gösterdiği ilgiden dolayı Sayın Hanifi Mahçiçek’e teşekkürlerimi sunarım.
Biz Ak siyasete gönül verdiysek eski siyaset anlayışını yıkacak, ehliyete ve liyakate değer verecek, yiğidin hakkını namerde yedirmeyecek diye verdik. Ne var ki eski alışkanlıkları aşmak kolay değil.
       Geçenlerde yazdığım bir söz ile bitireyim. “Partilerde mevcut müteahhit sayısının onda biri kadar mütefekkir olsa hedefe çok kolay ulaşırız”.

Yazarın www.maraspusula.com daki diğer yazıları.