Kelebek etkisini bilmeyen anlamayan kelebek kalmadı. Kalmadı kalmasına da bir biz kaldık, şu neresinden tutsak elimizde kalan çivisi çıkmış dünyada.
Yaptığımız her hareketin, söylediğimiz her sözün, şu sosyal medyada iki tıkla paylaşıp beğendiğimiz paylaşımların ve dahi küçük masum hareketlerin ne gibi sonuçlar doğurabileceğinin anlaşılmasına katkı amacıyla bir kelebek etkisi de bizden olsun.
Domino taşlarının ardı ardına yıkılışındaki gibi hiç kimse ilk taşı ve ilk taşa hareket vereni kimse sorgulamaz. Çünkü sonucun görünmesi uzun yıllar belki de yüzyıllar alabilir.
Şikâyet ettiğiniz her ne var ise, bu, yaptığınız şeylerin toplumsal bir tutum olarak şurada burada karşımıza çıkan sonucu olabilir. Nereden geldiğini dahi anlamadığınız bir fırtınanın dünya sahiline vurmuş bir dalgası olabilir; Örneğin, dünyanın bir yerinde rüşvet veren ya da alan, rüşvetin toplumu nasıl bozacağını, eğer bir kez buna yol açarsa, başka bir yerde, bir başkasının işinin de rüşvet almadan ya da vermeden yapılamayacağı için kötü bir fırtınaya yol açacağını düşünmemiştir. "Bundan bir şey olmaz, benim işim bu sefer hallolsun, çok önemli" deyip bir kanat çırpmış olabilir.
Bugün “torpil” ile iş ve yaptırmak için seksen kapıya değnek vuranların yeni vicdani fetvası, "hakkımı koruyorum, herkes yaptırıyor" şeklinde bir iç hesaplaşmaya buldukları cevap.
Öyle ya, kahir çoğunluğun “hakkını” böyle koruduğu hesap edilirse, kelebeğin kanadından çıkan bir thsunamiye de hazırlanmak gerekmez mi?
Eğitim şart, hem de kelebeklere, daha kozalarında iken, daha tırtıl tırtıl dünyayı anlamaya çalışırlarken. Kelebeklere kanat çırpışlarının küçük görmeyip her hareketinin büyük fırtınalara neden olacağının, sonuçlarını da düşünerek, hareket etmeleri gerektiğinin, “kelebek etkisinin ilkelerini” bilmeleri gerektiğinin, hem kendisi hem insanlık adına önemli olduğu öğretilmelidir:
“Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun mükâfatını görecek ve her kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onun cezasını görecektir.”(Zilzal, 99/7-8). Biz bu mükâfat ve cezanın sadece ahirete kalacağı mı düşündük ki?
Konuyu ilkesel uyarı, ilkesel tartışma, ilkesel yaklaşım olarak ilişkilendirmek istiyorum. Çünkü ilkeler üzerinde tartışmayıp olanı biteni kişiselleştirmeye eğilimimiz ne yazık ki bu konuların anlaşılmasına da engel oluyor.
Bugün üzerinde tartışılan binlerce yıllık değerler ve üzerine konulmuş binlerce yeni değerler insanoğlunun kazanımlarıdır. Bu yüzden kurumsal olarak, birkaç kişinin keyfi gelsin, işi yürüsün, oğlu kızı kendisi işe yerleştirilsin, makamlara gelsinler diye de vazgeçilecek kadar gözden çıkarılacak değerler değildir. Bunu çok yakın zamanda FETÖ zihniyetinin (adı ne olursa olsun, bu bir zihniyettir ve tedavi edilmelidir) devletin en mahrem yerlerine patronaj ilişkilerini kullanarak sistemi sabote etmek amacıyla sızdığına şahit olduk.
Hiçbir Müslüman bir başkasının hakkı olana elini, dilini uzatmasaydı bu örgüt de bu fırsatı yakalayamazdı. Kendisine teklif edilen şeyleri ilkesel olarak reddedebilseydi, çalınan sorulara karşı bu bizim hakkımız değil diyebilseydi, mülakatlarda ya da sınavlarda başkasının hakkına tecavüz etmeyip, ettirmeyip, bunu yapmak isteyenlere yol açmasaydı bu kadar büyük bir fırtınaya engel olmuş ve zerre kadar kötülüğün nasıl çığ gibi baş belası olduğuna da şahit etmeyecekti.
Konumuza dönecek olursak; İlke; temel düşünce, temel inanç, umde, prensip, temel bilgi, öge, unsur, davranış kuralı, her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, umde, prensip olarak açıklanır. Uyarı ise: Herhangi bir konu, sorun üzerine ilgi çekme, ikaz, ihtar, tembih anlamlarını taşır.
Bir kurumun ilkeleri onu ayakta tutan ve amacına ulaşması için olmazsa olmaz esaslarıdır. Bu esaslar yok sayıldığında, onun üzerine kurulan diğer şeylerin varlığı da tehlikeye girer.
Eğer bir grubun/kurumun üyesi iseniz, gruba ait temel ilkeleri kabul edip, ortak ilkeler üzerinde, bir hedefi gerçekleştirmek için aynı ilkeler etrafında hareket etmeyi de kabul etmişsiniz demektir. Aykırı davranışlar sergilendiğinde eleştiriler, uyarılar gelmeye başlar. Bu uyarıların yönü ve düzeyi, gruptaki pozisyonunuza, etki ve yetki alanınızın genişliği oranında hassastır.
Bir kurum yöneticisinin çalışanına, işiyle ilgili olarak yaptığı uyarı, yöneticinin de çalışanın da kurum içindeki tutum ve davranışları, kişiliği, ahlakı eğer kuruma zarar verecek veya kurumun çalışmasını engelleyecek boyutta ise kurumun temel ilkelerini de hatırlatarak gerekçeleriyle uyarır ki bu ilkesel bir uyarıdır. Bu uyarının tartışılmasından alınıp “yönetici bana taktı” mantığı da uyarıyı kişiselleştirmektir. Tabi yöneticinin de “şapkan nerede?” bahanesiyle kurumsal ilkelerden uzaklaşması hali de yine aynı şekilde “ilkesel uyarıyı” gerektirir.
İlkesel bir uyarı nasıl kişiselleştirildiğini anlamak için hatalı sürücünün ilkesel uyarıya verdiği tepkiye bakmanız da yeterli. Trafik kurallarına uygun hareket etmediğini gördüğünüz bir sürücüye kuralları hatırlattığınızda bunu, kendi şoförlük yeteneklerine karşı yaptığınız bir saldırı olarak anlayıp, işi kavgaya kadar götürebilir. Oysa sizin amacınız küçük bir hatanın yol açacağı maddi manevi zararları hatırlatmaktır. O insanın kelebek etkisini kavrayamayışının bir sonucu olarak uyarınızı kendine bir saldırı olarak anlaması, ilkesel uyarıyı kişiselleştirmesiyle sonuçlanabilir. Ya da aracından çöpleri dışarı atan, kuralı ihlal ettiği için sizi ve kendisini tehlikeye sokan bir sürücüye, “çöpleri neden caddeye atıyorsun, ayıp değil mi?” gibi bir uyarıyı, kişiselleştirip, “sana ne? Sana mı kaldı? Diyebilir. Aslında siz medeniyetin her yerde geçerli olan kurallarından birini hatırlatıyorsunuzdur. Ama o bu durumu kişiselleştirdiği için bu anlayamayacaktır zaten.
Her davranışın doğrudan ya da dolaylı, göreceli ya da mutlak insani, İslami, ahlaki, hukukî bir sonucunu olduğunu, bunu yaparken sorumluluk çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğini, aksi halde doğacak olan sonuçlardan sadece kendisinin etkilenmeyeceğini hesaba katanların sayısının artması dünyada olumsuz yönde kopan fırtınaları durdurmasa da dalga boylarını küçültecek ve sahildeki tahribatını azaltacaktır.
Bir kelebek şunu düşünebilmeli ya da düşünebilecek eğitimden geçmeli; ben bu kanadı çırptığımda, bir saat sonra ya da olsa yüzyıl sonra, bunun etkisinden kimler ne kadar etkilenir. Bu hareketimin sonucunda kötülüğe mi, iyiliğe mi çığır açmış olurum. Yoksa sadece günü kurtarıp ben iki günlük hayatımın tadını mı çıkarmalıyım?
Bu arada “kelebek etkisi”; bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Edward N. Lorenz'in çalışmalarından biri olan Kaos Teorisi ile ilgilidir (James Gleick’in, Kaos isimli kitabını okumanızı öneririm).
Unutmayalım ki bugün bu topraklarda, gönül rahatlığıyla, Kurban Bayramı kutlayabiliyorsak, 1071’de Malazgirt Zaferiyle başlayan, 30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruzla devam eden ve 2071’e kanat açan Alparslanların ruhlarına ilham olan ilkelere borçluyuz. O ilkeler, milli bir ruh, milli bir hedef olarak desteklendiği, sahiplenildiği ve bu ülkenin çocuklarına ilham kaynağı olarak öğretildiği içindir ki Anadolu’da fırtınalar estirdi…
Bayramımız mübarek olsun.
Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar Nadir Yıldırım