Başlangıçtan Fatih dönemine Kadar
a. Prof. Dr. Osman Turan Hoca "Türk Cihan Hakimiyeti" isimli eserinde Türklerin cihanşumul hedeflerinden bahseder. Ona göre Türklerin millet olarak sahip olduğu bazı temel özellikler vardır. Bunlar; İnsanlık, Eşitlik Adalet, hürriyettir. Bu ilkeleri kendi hayatlarının temel vasıfları haline getirdikten başka zulüm altında inleyen başka topluluklara da ulaştırmak gibi bir görevleri olduğuna inanırlar. Kızılelma adını verdikleri bu kutlu amaç yeryüzünde insanların servetlerinden, renklerinden, ırklarından, dinlerinden veya mezheplerinden dolayı zulüm görmesini engellemektir. Müslüman oluncaya kadar Türk fetihlerinin temel amacı budur. Bu fetihlerin Batıya doğru gelişmesinin sebebi de sınıf ayırımının ve sosyal baskıların kitlesel katliamların daha ziyade batıda görülmesidir.
b. Türkler Müslüman olduktan sonra onların sahip olduğu ideallerin daha mükemmel şekliyle İslamiyet'te var olduğunu gördüler. İslamiyet insanı insanın kulu veya kurdu gören Batı medeniyetinin aksine insanı Allah'ın kulu sıfatıyla eşit görüyor ve hangi sebeple olursa olsun insanın insana üstünlük taslamasını veya bu üstünlüğü bir zulüm aracı haline getirmesine izin vermiyordu.
c. Türkler Emeviler'in merkeziyetçi ve ırkçı siyasetlerinden ve İslamı kılıç zoruyla yaymaya çalışmalaından dolayı başlangıçta onlarla savaştılar ve İslamdan uzak durdular. Ancak Abbasi Devletinin ilk yılında beraberce Çinlilere karşı Talas savaşını yapınca aralarında bir yakınlık husule geldi ve bu tarihten sonra Müslümanlık Türkler arasında yayılmaya başladı. İlk Müslüman olan Türk topluluğu İdil Bulgarları idi. Abbasiler (751-1258) döneminde Türkler kitleler halinde İslam'a girdiler. Özellikle tarikatların ve bilhassa da Hoca Ahmet Yesevi'nin irşatları sonucunda artık İslamiyet Türkler arasında kitlesel bazda yayılmaya başladı.
d. Türklerin İslam ile tanışmaları ve bütünleşmeleri başka milletlerden biraz farklı oldu. Çünkü Türkler İslam potasında eridiler. İslam'ı bir bütün olarak alıp kabul ettiler. Eski inanç sistemlerinden veya geleneklerinde İslam ile örtüşmeyen ne varsa hayatlarından çıkarıp attılar. İslam ile ilk tanışmış olan Araplar veya onlardan sonra Müslüman olmuş olan Farslılar genel anlamda İslam'ın genel hükümlerine tabi oldularsa da ırkçılık gibi, eski geleneklerin muhafazası gibi konularda Türkler kadar teslimiyetçi davranmamışlardır. Bu yüzden Türkler Müslüman olduktan itibaren İslamiyeti temsil ve İslamiyete hizmet anlamında en yüksek başarıyı Türkler göstermiştir.
e. İslamiyet insanı "Ahsen-i Takvim" olarak tarif ediyordu. Yani en güzel surette yaratılmış. Hatta "Allah'ın yeryüzünde halifesi" olarak tanımlıyor, onu Allah'ın emaneti olarak görüyordu. İnsana "Eşref-i mahlukat" sıfatı vererek kainatın en şerefli payesine ulaştırıyordu. Hiçbir sebep insanların bir kısmını diğeri üzerine üstün kılmak için mantıklı olamazdı. İnsanlar her hal-ü kârda eşitti. Hazreti ömer'in deyişiyle; "ya fıtratta eşti, ya da dinde kardeşti"
f. İslam insanların mallarını, canlarını ve ırzlarını masun kılmış bunlara ilişmeyi şiddetli haram olarak vasıflandırmıştı. Zaten Müslümanın Müslümana zulmetmesi asla caiz olmadığı gibi gayri Müslim olanlara da zulmetmek caiz değildi. Hz. Ömer döneminden itibaren gayri Müslimlere "zimmi" denmiş, yani onlar Müslümanlara zimmetlenmiş idi. Eğer onların başına bir kötülük gelirse bundan Müslümanlar sorumlu tutulyordu.
g. İslam'ın Hz. Muhammed'de kemalini bulan yüksek insani vasıfları diğer örnek Müslümanlar sayesinde insanların gönlüne kolayca nüfuz edebiliyordu. Bir Ebu bekir'i bir Ömer'i, Osman'ı veya Ali'yi gören başka bir şey sormaya gerek duymadan Müslüman oluyordu. Bütün sahabe aynı durumdaydı. Onların halindeki ve ahlakındaki güzellik başkaları tarafından hemen fark ediliyor ve İslamiyet bu sayede hızla yayılıyordu.
h. İslam fetihleri bir işgal eylemi şeklinde gelişmiyordu. Gittiği yere hayat veren su gibi insanlığı canlandırıyordu. Yaklaşık 150 yıl içerisinde Asya'dan İspanya'ya kadar olan topraklar Müslüman olmuştu. İslam idaresine giren yerlerde sınıf ayırımlarına son veriliyor, insanlar devletle veya toplumla olan ilişkilerinde eşit muamele görüyordu. Bunlar duyuldukça zulüm altında inleyen başka coğrafyanın insanları da İslamiyet'in buralara ulaşması için çaba harcıyordu.
i. Selçuklular zamanında Anadolu'da tam bir gerilik, fakirlik ve zulüm hakimdi. Sınıf kavgaları, mezhep çatışmaları bitmek bilmiyordu. Türklerin gelişi ile beraber burası bir barış adasına döndü.
j. Osmanlılar zamanında Batıya doğru ilerlerken yerli unsurlardan pek bir direniş görmedik. Çünkü dervişler veya çerçi kılığındaki Müslümanlar Hristiyan topraklarına gidip bir yandan İslam'ın getirdiği adalet ve hürriyet ilkelerinden bahsediyor bir yandan da İslam idaresine geçmiş gayri Müslimlerin ne kadar rahatlık içerisinde yaşadıklarını anlatıyorlardı. Bu iddiaların sağlamasını yapmak zor değildi. Misalen Osmanlı idaresine girmiş bir Bulgar, henüz Osmanlı toprağı olamamış bir Sırplı ile konuştuğunda sahip oldukları hakların ve hürriyetlerin genişliğini anlatıyor, Osmanlıların inançlara, yaşam biçimlerine, hatta kendi hukuk sistemlerine bile karışmadığını anlatıyordu. Bir yandan Sırp despotlarının keyfi muamelesine maruz kalan, diğer yandan Katolik olsunlar ve mezheplerini değiştirsinler diye akşamdan sabaha Macarlar tarafından katliama uğrayan Sırplar, bir an Önce Osmanlı idaresi buralara gelsin diye dua ediyorlardı.
Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Şevki Karabekiroğlu