1989 yılında sosyalist sistemin çökmesi ile beraber yeni dünya
düzeni denilen bir süreç başladı..

Bu sürecin 4 temel ayağı vardı.

1. Küreselleşme

2. Medeniyetler çatışması

3. Bölgesel ittifaklar

4. Tek süper güç (ABD)

Sonraki yazılarımızda diğer maddeleri de inceleyeceğiz ama bugün “medeniyetler çatışmasının” bir bölümünü konuşalım.

ABD li fikir adamı Samuel Huntington başta olmak üzere, Brezinski, Fukiyama ve Bernard Levis gibi bilim adamlarının kafa yorduğu bir teori var. Medeniyetler canlı organizmalar gibidir. Doğarlar büyürler, ölürler. Bu akıbet batı medeniyeti için de mukadderdir. Bütün mesele Batı medeniyetinin ömrünü nasıl uzatabiliriz
konusuna kilitlenmiştir. Bu konuda çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. En çok rağbet gören ise Huntington’a ait
medeniyetler çatışması olmuştur. Ona göre rakibi olmayan ve mutlak gücü  elinde tutan bir medeniyet kendi içerisinde durağanlaşmaya ve zamanla gerilemeye başlar. Bir mücadele alanı bulur veya kendisine
bir rakip olursa onunla mücadele ederek kendini yeniler ve dinamizm kazanır bu da onun ömrünü uzatır.

Böyle bir rakip medeniyet için Çin, Hint, Latin Japon gibi ihtimalleri sıraladıktan sonra bunların hiçbirinin Batı Medeniyeti için rakip olamayacağını çünkü materyalist yapılarından dolayı zaten batı medeniyeti ile benzeştiklerini söyler. Geriye bir tek İslam medeniyeti kalıyor. Doğal olarak yeni rakip İslam medeniyeti
olacaktır. Bunun zaten tarihi temelleri vardır ve böyle bir mücadele alanı açmak zor değildir. Böylece adına şark meselesi denilen ve neredeyse bin yıldır batının kavga halinde olduğu İslam dünyasına karşı yeni bir haçlı seferi başlatmak mümkün olacaktır. Gücüne çok güvenen batı bu kavgadan mutlak surette galip çıkacağından emindir. Yendiği rakibinin hükmettiği bakir hammadde kaynaklarını ve enerji yollarını da bu mutlak zaferden sonra dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip olacaktır.

Şunu öncelikle bilmek gerekir ki batıda planlar mikro ve makro hedefler doğrulusunda yapılır. Makro hedefler için fikir ve fiil aşamaları bazen 10 bazen 20 yıl veya daha fazla sürebilir. İlerisiiçin konulan hedefler doğrultusunda mikro hedefler konur ve plan yoluna girer.

İleride İslam dünyasına yönelik başlayacak operasyonlarda öncelikle Müslümanların zayıf düşürülmesi gerekmektedir. Bunun için 1980 yılında Irak İran savaşı çıkarılır. Bu savaş bitmesin diye her iki tarafa da el altından bol miktarda silah satılır. Görünüşte İran’a silah ambargosu vardır ama ABD el altından buraya devamlı silah satmaktadır. Bir taşla birden çok kuş vurulmuştur. Hem Müslümanların birbirini imha etmesi
sağlanmış, hem onların milli kaynakları silah karşılığı ellerinden alınmış, hem de ileride İslam dünyasına yönelik olarak başlayacak saldırılarda Müslümanların dermanı tüketilmiştir…

Bir yandan el altından İran’a silah satan batı, öbür yandan Saddam canavarına dilediği kadar konvansiyonel, kimyasal ve biyolojik silahı satmış bunların da parasını fazlasıyla Irak’tan almıştır. Bu silahlar da zaten Müslümanları öldürmüştür.

1988 yılında bu savaş bitti. Savaş boyunca Saddam’ı silaha boğan batı bu savaş bitince başka bir savaşın hazırlıklarına başladı. Bağdad’ta bulunan ABD elçisi Saddam’ı Kuveyt’e saldırmaya teşvik etti ve böyle bir savaşta ABD’nin tarafsız kalacağını belirtti.

Bu tablo Saddam’ı Kuveyt’i kolayca yutabileceği bir ortam oluşturdu. 1991 yılında Saddam Kuveyt’e saldırdı. ABD ve ortakları hemen harekete geçtiler. Ulusalarası bir koalisyon kurdular ve Saddam’a Kuveyt’i boşalt ültimatomu verdiler.

Saddam’ın tamam çekiliyorum dediğini hiç duyan olmadı. Çünkü dünya medyası hep Saddam’ın meydan okuduğunu yazdı. Bu savaşa maalesef Türkiye de katıldı. Rahmetli Özal’a Musul havucu gösterdiler. O da inandı. Biz de Irak’a kuzeyden cephe açtık. Irak ordusu ikiye bölününce müttefik kuvvetler kolay bir zafer kazandılar Irak’ı fiilen üçe böldüler ama nedense Saddam’a ilişmediler.

Çünkü sonraki planlarda ona verilen roller vardı. Savaşın sonunda Madrid konferansı toplandı. Olaya taraf olan 27 ülke çağrıldı. Türkiye çağrılmadı. İkinci derecede aktif rol aldığımız ve 100 milyar dolara yakın kayba uğradığımız bir savaşın sonuçlarını konuşmaya çağrılmıyorduk. Özal’ın buna çok canı sıkıldı. ABD tarafından limon gibi sıkılıp atıldığını fark etti. O tarihten sonra da ABD’ye tavır aldı. Bu da onun sonu oldu.

Dönemin ABD dışişleri Bakanına Türkiye’nin barış masasına niye çağrılmadığı soruldu. Verdiği cevap tarihe geçti.

“Türkiye Oltadaki Balıktır Yem İstemez”

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com Şevki Karabekiroğlu